izmir uçağında yaşlanan aile üyelerini bayramda görmeden edemeyen serdar ve berrin’e (ortaokul sınıf arkadaşlarım) rastlayınca, zamanın gerçekten hızla geçmekte olduğunu hatırladım.
hepimizin hissettiği bir hızla geçen zamanın etkisi izmir’de (ya da sizler nerede büyüdüyseniz, orada, ve hele oradan uzakta yaşamaktaysanız) daha kuvvetlenmiş gibiydi.
evin penceresinden 49 yıl içindeki onikimilyonuncu kez dışarı baktığımda, körfezdeki şilep çokluğunu garipsedim. çoktular ve boştular. yağız’ın (istanbul’dan 5 saatte gelmiş) demesiyle “navlunlar çakıldığı” için gemiler boştu ve yük beklemekteydiler.
bayram günü saat iki gibi mağazalarını açan küçüklü büyüklü mağazalar da aynı şeyi yapmaktaydılar.
günlüğü 650 dolara indiği söylenen konteyner gemileri bu fiyatla giderlerse, mavi yolculuk guleti niyetine tutmak düşünülebilir, esprisi ile biraz avunduk.
havanın şu andaki gri maviliği, karşıyaka’nın ışıklarının parlaklığı, iki yaka arasına yığılmış gemilerin daha da parlak ışıkları hepsi kasvetli bir günü kasvetli biçimde sonlandırdı. akşam için bir eğlence bulmak yerine, düşe kalka büyümek’in yeni edisyonu için düzenlemeleri yazmaya koyuldum.
kasvetin kaynağını aramak için en iyi yer yazı diye düşündüm.
SS
çok uzun zaman da tam da bu sebepten kimselerle dertleşemedim. konuşamadım. çok sonra öğrendim ben kendimi bir başkasına açmayı.
ve işte bu yüzden bilirim ki yazmak; kasvetimi, sevincimi, korkumu ararken ben, sığınabileceğim en güvenli kucaktır…