Kimimiz cesaretimizi kendimize “normal” gözüken ve özel bir değer vermediğimiz yeteneğimizi bir başkası “görüp” değer verdiğinde hissederiz. Öğretmenlerin şarkı söyleyişini, söz yazışını ciddiye aldıkları lise öğrencisi kendisinin de yeteneğini ciddiye alması gerektiğini görüp harekete geçer
Yaşam uzayıp giden, yıllar öylece geçip giderken ilerlenen bir yolculuksa, yaşamın içinde yolunu arayıp bulan, sonra yolunu değiştirenlerin bu yolculukta sosyal duygusal öğrenmeye (ve duygusal zekaya) dayalı becerilerini nasıl kullandığını anlamak, eğitimi (ve yaşamı) şekillendirmek için temel bir perspektif sağlar.
Eğitimde Reform Girişimi’nin 15’inci yıldönümü için düzenlenen bir konferansta moderatörü olduğum paneldeki iki konuğun hikâyelerini duygusal gelişim perspektifinden tartışmakla görevliydim. Konferansın başlığı “Eğitim, Yaşam İçin”, panelin başlığı ise “Duygunun Yolculuğu”ydu.
Yaşamda yolunu değiştirenlerin cesareti nereden gelir? Sohbet ekibimizin (Ben, Hakan Yılmaz/Prof Dr Boğaziçi Ü/Müzisyen-Ezginin Günlüğü kurucularından, Selma Ergeç /oyuncu) odak konusu bu oldu. Ben diğer konuşmacıların panelde dürüstçe paylaştıkları gelişim yolculuklarında rol oynayan duyguları (kamuya açık bir sahnede olduğumuzu unutmadan) ele almaya çalıştım. Paneldeki konuşmalarımızdan notlarımı buraya aktarıyorum.
Cesaret korku duygusuyla beraber vardır. Korktuğumuz durumlarda yaptığımız seçimlere göre cesaret de şekillenir.
Korku güçlüdür, zihnin de beynin de çekirdeğindeki duyguların başında gelir. Korkunun gücünün zihnimiz ve beynimizin işleyişi açısından daha ziyade “dondurucu” ve tutuklaştırıcı etkilerine tanık oluruz.
Korkunun ana kaynaklarından birisi elindekini kaybetme, başka bir duruma yönelirken mevcut durumun avantajlarını yitirme olasılığıdır. Hem atasözlerinde (Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmak) hem Nobel Ekonomi Ödülü’ne değer görülen araştırmalarda (Kahneman ve Tversky) insan davranışı, kendi haline bıraktığımızda, pişmanlık olasılığını azaltmak, mümkünse sıfırlamak yönünde şekillenir.
Zihnin yol arayıp bulma, gidilen yolun dışına çıkma, yolu değiştirme kapasitesini harekete geçirmek için de kuvvetli duygulara ihtiyaç vardır. Beyinde “default network” diyebileceğimiz, dinlenme ve uyku halinde bile belli düzeyde çalışmaya devam eden sistemin bir anlamda yattığı yerden kalkması, yattığı yerde kalmasını sağlayan korkunun gücünü dengeleyecek başka güçlü duygularla gerçekleşir. Gündelik dilde motivasyon bu harekete geçirici duygular toplamını ifade eder.
Mikrostres. Tıp fakültesinin 3’üncü sınıfına kadar geldiğinde bir yandan oyunculuk denemesinin açtığı yola cesurca girebilen genç hem bu karara gelebilecek doğal aile tepkilerine karşı koyacak, hem de kararın ağırlığını taşıyabilecek direnci nerede geliştirmiş olabilir? Direnç, tıpkı hastalık etkenleriyle “ölçülü” bir düzeyde karşılaşıp ağır hastalık geçirmeksizin hayatına devam eden kişideki bağışıklık gibi gelişir. Örneğin, değişik yerlerde değişik okullarda öğrenim görme ya da sıkça taşınma gibi (Zorunlu ama zoraki olmayan) değişiklikler “mikrostres” etkisi gösterir. Mikrostres deyimiyle kastettiğim, yaşamın gelişi gereği ortaya çıkan stresler, zihin/beyin için yıpratıcı etkileri olan toksik stresten farklı olarak, güçlendirici, dayanıklılığı arttırıcı ve belirsizliğin getirdiği zorluklara hazırlayıcı bir etki oluştururlar. Özellikle büyüme döneminde ailenin ve okulun sağladığı koruyucu psikolojik ortamda yaşanan küçük zorlanmaların korkuları beyne bir antreman yerine geçer.
Genç bir insan için bazen bir hekim olarak geleceğin “her detayı az çok belirli, hiçbir değişkenlik içermeyen, nasıl gideceği belli” gözükmesi adeta rahatsız edici ve yolunu değiştirme arzusunu tetikleyici olabilir. Bu aşırı belirlilikten, konfor alanından vazgeçebilecek cesareti hissettiğinde eyleme geçebilen genç, o güne kadarki kontrollü belirsizliklerin yarattığı, küçük zararsız ama rahatsız edici korkulara dayanıp onları aşarak ulaştığı bir cesareti “kullanmış” olur. Daha önceki mikrostreslerin ve onları yaşatanların kıymetini anlar!
Kimimiz ise cesaretimizi kendimize “normal” gözüken ve özel bir değer vermediğimiz yeteneğimizi bir başkası “görüp” değer verdiğinde hissederiz.
Öğretmenlerin şarkı söyleyişini, söz yazışını ciddiye aldıkları lise öğrencisi kendisinin de yeteneğini ciddiye alması gerektiğini görüp harekete geçer. Eğitimini sürdürürken şarkısını da yazar, söyler. O güne kadar pek yetenekli olmadığını düşündüğü ve çok da önemsediği matematik dersine verdiği emeğin karşılığını birdenbire almaya başlaması (matematiğin karşıtıymış gibi algılanan) şarkı söylemeye, söz yazmaya kendisini tam vermesi ile adeta tetiklenir.
Tutkuyla ve keyifle, önemli olduğuna inanarak gidilen bir yolun yarattığı duygunun etkisi sadece gidilen yolla sınırlı kalmaz. Müziğin oluşturduğu duygunun gücüyle bir tür zihin açılması olur.
Duygularımızın adını koyabiliyorsak, dolayısıyla sahibiysek, en temel duygularımızdan olan korkunun bile yöneticisi olabiliyoruz. Bizde ne varsa onu gören, bizi görerek bize değer kazandıran öğretmenler (ve anne-babalar), yaşamın değişik belirsizlikleriyle karşılaştığımız “formasyon” yıllarında, belirsizliğin yarattığı çiğ duygulara tahammül edebilmemiz için destek oldukları her durumda, bu duygu ‘zeka’sını oluşturuyorlar.
Yaşam için eğitim hayatın oluşturduğu doğal mikrostresleri yönetmeye fırsat verdiğinde, gencin kendisini en tutkulu haliyle ortaya koyduğu anları kaçırmayıp sonsuza kadar tespit ettiğinde onun hayat içinde sahiden var olmasını sağlayabilir. Panelimizde dile gelen deneyimlere baktığımda gördüğüm bunlar oldu.