Ülkemizdeki ve dünyadaki çocukların ruh sağlığını bireysel ve toplumsal felaketlerden korumaya kafa yormak için bir vesile: çocuk ruh sağlığı haftası.
Ülkemizdeki çocukların (ve anne-babalarının, öğretmenlerinin) ruh sağlığını bozucu çok şeyin üst üste gündeme geldiği bir zamanda bu haftaya hangi çocuk ruh sağlığı meselesini sığdırabiliriz? Çocukların ruh sağlığı ve hastalıkları ile uğraşan tıp uzmanlık dalı olan çocuk ve gençlik psikiyatrisi alanının dünyadaki ve ülkemizdeki gelişim öyküsüne bakarak bir fikir vermeyi deneyeyim.
Ruh sağlığını korumak. Çocukların ruh sağlığını küçük yaştan gözeterek gelecekte ortaya çıkabilecek ruhsal bozuklukların önüne geçilebileceği düşüncesi yirminci yüzyılın başlarında (ABD’de) ortaya çıkan çocuk kılavuzluk kliniklerinin temelini oluşturdu. Bu kliniklerde çalışan hekimler bir başka taze tıp dalı olan pediyatri ile yetişkinlere bakış açısını henüz çocuklara aktaramamış olan psikiyatri’nin birleşimi (Yale’deki Dr. Gesell’in yaptığı gibi) bir pratik oluşturdular. Özellikle çocuğun gelişimindeki temel basamakları tanımlayarak, bu gelişim basamaklarındaki olası gecikme, takılma ya da geri kalmaları belirlediler. Çocuk ruh sağlığı alanında bilgi üreten tıp dışındaki alanlardan (gelişim bilimleri, örn. psikoloji, eğitim gibi) katkıyla genişleyen bir meslek(ler) alanı ortaya çıktı.
Çocukların sağlığına ve ruh sağlığına ilginin doğması, bebeklerin doğumdan sonra 1 yıl yaşamalarını ve sonrasında çeşitli enfeksiyonları atlatıp hayatta kalabilmelerini mümkün kılan aşıların ve enfeksiyonların tedavisinde kullanılan ilaçların keşfi ile eş zamanlı. Toplumların çocuklarını artık “yatırım yapmaya değer” görüp geleceklerini korumaya, gelecekte üretken bireyler olmalarını sağlamaya dönük düzenlemeler yapmaya yönelmelerinin altındaki ekonomik/toplumsal nedenleri unutmaksızın bir kenara bırakalım. Bu gelişmenin sonuçlarından birisi gelişimin ilk yıllarında olan bitenin geleceği etkileyiciliği üzerinde yaygın bir görüş birliğinin oluşmasıydı.
Hayat ile organizmanın etkileşimi. Çocukluk yıllarında olan bitenler deyince genellikle anne-babalık uygulamaları, okullarda alınan eğitim, kaza, savaş ve afetler ya da yaşama ve beslenme koşulları gibi gelişimi etkileyebilen toplumsal, fiziksel ve psikolojik/pedagojik etkenler akla gelir. Diğer yandan, bu etkenlerin hedefinde olan organizma (beyin başta olmak üzere bağışıklık sistemi, duyular gibi ruhsal yapımızı belirleyici olan) çerçevesi muğlak da olsa belli bir gen havuzunu unutmamak gerek. Her ne kadar gen havuzunun içeriğini ve niteliğini belirleyen kuşaklar ötesi (geçmiş bin yılların toplumsal/fiziksel etkileri gibi) kökenlerin bulunduğu düşünülse de, genler ile anne karnında gelişen embriyonun içinde olduğu etkileşime odaklanmak yeter.
Örneğin, psikososyal stres, çevre kirliliği, beslenme koşulları ile beyin gelişimini belirleyen genlerin anne karnındaki 12’nci ya da 20’nci haftadaki evrelerinde etkileşiminin olası sonuçlarından birisi özellikle dil ve etkileşimle ilgili gelişimdeki bozukluklar (otizm gibi) olabilir. Bu yöndeki bulgulara bakınca, genetik temelli bir problemin özellikle birden çok sayıda genin rol oynadığı çocukların gelişimindeki bozukluklar söz konusu olduğunda, genlerin tek başına hareket edemediklerini akılda tutmalıyız.
Dürtü kontrolünde ve odaklanmada sorunlar yaratan bir gelişimsel bozukluk olan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu’nun kalıtımsallığı oldukça yüksek olarak bildiriliyor. DEHB’nin oluşumunda yaklaşık %80 ölçüde kalıtımsal/genetik etkenler rol oynuyor olsa bile, bu etkenlerin bir bozukluk ortaya çıkartması için başka koşullarla bir araya gelmeleri gerekiyor: kalabalık sınıflar, çocuğu geliştirmeyi değil belli dogmaları kalıpları ezberletmeyi amaçlayan müfredat, sınıf yönetimi sorunları, oyun zamanı bırakmayan gündelik yoğunluk, ‘teknoloji’ ile avutulmuş çocukluk sıkıntıları, bağımsızlığı desteklemeye değil yük almamaya öncelik veren ebeveynlik stilleri. Gerisini siz getirin.
Çocukların ruh sağlığının bozulmasında psikososyal etkenlerle bir araya gelmiş olan genlerin ve biyolojik yapının rolü belli durumlara yol açmakla sınırlı değil elbette. Örneğin, travmatize olan bir çocuğun genetik/biyolojik yapısı üzerinde travmanın doğrudan etkileri olur. Klasikleşmiş sayılacak bulgulara bakarsak, özellikle cinsel istismara uğramış olanların beyin dokusunda oluşan (bellek ve duygu düzenleme sistemlerindeki) yapısal değişiklikler küçük yaştan geleceğe sarkarken, sadece beyin dokusunda varlıklarını sürdürmekle kalmayıp depresyon ile devam ederler.
Göz göre göre zarar verilmesini önlemek. Çocuk ruh sağlığı kavramı ‘bugünden yarına göz göre göre doğabilecek zararları önlemek’ perspektifine dayanır. Eğitim ortamlarının ve içeriği düzenlenirken, anne-babalık yaklaşımları geliştirilirken, ya da yoksulluk gibi yapısal şiddet ögelerinin düzeltilmesi talep edilirken “bugünden yarına” bakış açısı ile yaklaşımı savunulmalıdır. Geçtiğimiz aylarda son örneğini gördüğümüz olaylarda olduğu gibi, çocuk istismarını önlemekle sorumlu yöneticiler çocukları değil olaya sahne olan kurumun itibarını korumayı öne çekerek çocuklara zarar verici eylemlere müsamahakâr durduklarında, olayı azımsadıklarında (en azından öyle gözüktüklerinde), bu büyük yanlışa karşı çıkmak siyasi bir duruşun çok ötesinde bir bilimsel gerekliliktir.
Kimsenin durumdan şikâyetçi olmaması, birçok kişinin ruh sağlığının bozulmuş gözükmemesi ya da failin en ağır biçimde cezalandırılmış olması gibi durumlar olayın uzun vadeli sonuçlarını değiştirebilir mi? Bugünkü çocuklar yıllar sonra, başlarına gelen kötü bir olayı unutmaya çalışmakla geçirecekleri ömürlerinin bir noktasında, beyin ve ruh yapısında bugünden kalmış olumsuz gelişimsel etkileri hissettiklerinde ne düşünecekler? Kendilerinin güvenliğini birinci öncelik görmeyen yetişkinlere sarsılmış güvenlerinin eksikliğini nasıl giderecekler?
Çocuk ruh sağlığı alanı bu sorularla ilgilenen bir bilimsel ve klinik alandır. Ruh sağlığının bozulmasının nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğunu, normal ve anormal, ya da tipik ve atipik gelişim arasında ne kadar ince ve kolayca geçilen sınırlar bulunduğunu gösteren genetik çalışmalara (ve genleri, kimyayı, biyolojiyi bozan psikososyal ve ekolojik etkenlere) değinmeye bir sonraki yazıda devam edeceğim.
Son cümle. Çocuk ruh sağlığı kavramını ülkemizin diline ve bilimine yerleştiren Dr. Atalay Yörükoğlu’nu saygı ve sevgiyle anıyorum.