“The Wisdom of Trauma” anlatımı ve özgün ifadeleriyle travma alanında bilimde geçerli görüşleri oluşturmuş olanların dikkate alacağı ancak henüz genellenebilecek kanıt birikimi oluşmamış alternatif bir bakış açısını yansıtıyor. İzlemek ilham verici olacaktır. Şükran Başarır’ın yazısı terapist filtresinin bu belgeselde yakaladığı ipuçlarından oluşuyor.
Yankı Yazgan
“The Wisdom of Trauma” travmaya, hastalıklara, insanları anlamaya yönelik bakışımızı çok değiştirebilecek çok etkileyici bir belgesel olmuş. Gabor Mate, bu belgeselde tüm kronik veya ruhsal hastalıkların ortak noktasının çocukluk travmaları olduğunu hem bir doktor hem de bir terapist olarak çok iyi anlatıyor. Önemli bulduğum bazı mesajları paylaşmak isterim.
Travma sonucu oluşan bazı savunmacı, saldırgan, güvensiz veya kabuğuna çekilme davranışlarımız aslında bizim kim olduğumuzu göstermez, travmamızı iyileştirdiğimizde bu davranışlarımıza ihtiyacımız kalmayacaktır.
Her geçen gün ruhsal desteğe ihtiyaç artıyor. Çocuklarda, gençlerde ve yetişkinlerde. Depresyon artıyor, intihar artıyor, bağımlılıklar artıyor. Bu aslında bir salgın gibi.
Travma başına gelen çok kötü bir olay değildir, travma başına gelen olay sonucu senin içinde olanlardır. Travma sonucu kendin olmak o kadar acı vericidir ki kendinle bağın kopar. İçinde “Ben istenmeyen biriyim”, “Ben sevilmeyi haketmiyorum” gibi acı verici inançlar oluşur.
“Çocukken kötü hissettiğinde kiminle konuşuyordun?” Çocuk acı içindeyse ve konuşacak kimsesi yoksa kendisinden kopar-duygularından kopar. Asıl travma budur. Çocuklar canları acıdığı için travmatize olmazlar, canları acıdığında yanız oldukları için travmatize olurlar.
Travma denince şiddet, taciz, kayıp gibi çok kötü şeyler olduğunu düşünürüz genellikle ama hep öyle değildir. Bir çocuğun görülmemesi ve duyulmaması da travmadır.
Bebeğinizin sizinle temas ihtiyacı o kadar büyüktür ki, ağlayarak uyutma tekniği her gece üst üste olduğunda bebek için travmatiktir.
En büyük korkun terk edilmek olduğunda devamlı başkalarının sevgisi için çabalar, devamlı başkaları için birşeyler yaparsın ve aslında farkında olmadan sen kendini terk etmiş olursun kendin için hiçbirşey yapmayarak.
Öfkenin sebebini anlamadan sadece öfkeyi bastırmaya odaklanıldığında, depresyon, ruhsal veya akıl hastalıklarına yol açılmış olur.
Tüm bağımlı olan insanların hikayesinde travma vardır. Bağımlılıklar sadece alkol, madde, bilgisayar oyunu, alışveriş, sex bağımlılığı değildir, işkolik olmak ve bazı ilişkiler de bağımlılığa girer. Soru “Neden bu bağımlılık?” değil, “Neden bu acı?” olmalıdır. İnsanlar acı çektiklerinde o acıdan uzaklaşmak isterler, bu travmaya verilen normal bir tepkidir. Bağımlılık ana problem değildir travmaya tepkidir. Çocukluktaki acının büyüklüğüyle bağımlılığın extreme seviyesi ilişkilidir.
Bazı travma semptomları şöyledir: insomnia, gece terörü, sevememe-duygusal yakınlık kuramama hali, bağımlılık, depresyon, utanç vs.
Kendim olamazsam hasta oluyorum, sinir sistemim böyle işliyor; karın ağrısı uykusuzluk kaygı başlıyor.
Otoimmün hastalıklar dünyaya yayılmış durumda. Mental veya ruhsal hastalıklar anormal durumlara verilen normal tepkilerdir. Modern tıp fiziksel ve ruhsal sağlığı birbirinden ayrı tutar, ama ikisi birbirinden ayrı düşünülemez.
Kronik hastalıkların çoğu kişi uyum sağlamak için kendi Hayır’larını bastırdığında vücudunun Hayır deme halidir.
Özgür müyüz, farkındalığımızla mı hareket ediyoruz? Tamamen bilinçli kararlar mı veriyoruz yoksa genetik getirdiğimiz veya çocukluk travmasına karşılık olarak geliştirdiğimiz bilnç dışı süreçlerimizle mi savruluyoruz? Bilinçli olmadığımız sürece özgür değiliz
Hastalıklara yok edilecek bir bela, savaşılacak bir düşman diye bakıyoruz. “Evet şimdi bu hastalık geldi, ne söylüyor bana, öğretisi ne?”. “Bu hastalık benim hayatımla ilgili, ilişkilerimle ilgili, kendime nasıl davrandığımla ilgili ne anlama geliyor?
Biz aslında ne olduğuna değil, olan şeyi nasıl algıladığımıza dair bir tepki veriyoruz. Buddha “Biz dünyayı kendi zihnimizde yaratırız” demiştir. Bir olayı yorumlamakla ilgili pekçok olasılık vardır ama zihnimiz kendi yaşantılarımıza bağlı olarak hemen en kötü yorumu seçer, tüm seçenekleri değerlendirmez bile. (“İstediğimi yapmadı, bana saygı duymuyor, beni önemsemiyor” gibi bir hisse kapılırız oysa istediğimizi yapmayan kişinin bizimle ilgili olmayan bambaşka bir sebebi var olabilir. Genellikle en kötü yargıya kapılırız)
Şu anda olana tepki vermeyiz, geçmişte yaşadığımız ve şu an tekrarlanan duyguya tepki veririz. “Bana böyle yapıyor, bana böyle yapılıyor” dediğin zaman kendini kurban yapıyorsun.
İnsanlara odaklanan modern bir toplum da kurulabilir. Sağlık çalışanlarının, eğitimcilerin ve terapistlerin travma hakkında bilgisi olması çok gerekli. Travmatize olmuş kişinin içinde hayatında kendini hiç ifade edebilme fırsatı bulamamış sağlıklı bir birey de vardır. Travmatize olmuş insanlara genel bir yaklaşım önerisi söz konusu olamaz, her bir travmatize olmuş birey özeldir ve biriciktir, kendi ismiyle ve kendi özel hikayesiyle temas edilmeli ve desteklenmelidir. Problemi değil insanı görmeliyiz.
Çiftlerle ilgili: Yaşlandıkça yakınlaşabilir, ilişki içinde özgürleşebilir ve gençleşebilirsiniz, birbirinize karşı açık olun. Gerçekle yüzleşirsen çözümler de belirecektir.
Travmada acıyı hissetmemek üzere yaşam boyu bastırılmış büyük bir enerji söz konusudur. İyileşme oldukça, o enerji özgürleşir ve yaşama yer açılır, travma enerjisi yaşam enerjisine dönüştürülebilir.
Belgeselin müthiş zengin içeriği etkileyici görüntülerle ve müziklerle birlikte hem farkındalığımızı hem hassasiyetimizi arttırıyor. Travma yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik statü, eğitim seviyesi, ırk vs ayrımında değildir, herkesin başına gelmiş olabilir-gelebilir. Ben travmayla çalışmıyorum deme lüksümüz olamaz çünkü travma herkesin hikayesinde olabiliyor. En temel düzeyde gerçekleşen bir anne-baba danışmanlığı görüşmesinde mesele ebeveynlerden birinin çocukluk travmasına dayanabiliyor. Çift ilişkisini anlayabilmek için iki tarafın da çocukluk hikayesine hakim olmak gerekiyor. Üstelik travma sanıldığı gibi başımıza ille kayıp, taciz, şiddet gibi çok büyük ve çok korkunç bir olayın gelmesi demek değil; bir çocuğun görülmemesi, duyulmaması da travma. Bir insanın kendi hayatıyla ilgili söz hakkı olamaması da travma. Herhangi birşey içimizde travmatik bir etki bırakmış olabiliyor. Çocukların ihtiyaçlarını görebilmek, çocukluk travmalarının ergenlikte ve yetişkinlikte nasıl tezahür ettiğiyle ilgili bilgi sahibi olmak, bireysel ve toplumsal duyarlılık gösterebilmek, ruh sağlığı desteklerini toplumun geneline yayabilmek ve en uygun desteği en uygun şekilde sağlayabilmek hepimizin sorumluluğu. Kimse “kayıp” olmayı hak etmez, ve tüm karanlıklardan çıkış sağlanabilir; yeter ki görmeyi bilelim duymayı bilelim ve duyarlılığımızı koruyabilelim. Hepimizin ruh sağlığı hepimiz için önemli.