Şimdiki gerçek sonraki gerçek

Pazar ilavesinde yazımın olduğu sayfanın üst köşesinde “psikoloji” yazıyor. Dünyayı bireyin dünyası üzerinden anlamaya dönük bir bakış açısını içeren bu tip yazıların Pazar ilavesindeki toplumsal/siyasal hayat üzerine yazıların yanında okura ne ifade edeceğine kafa yormaktan ötürü geçen hafta başladığım yazıları yayına hazır hale getiremedim. Ne Yazayım’dan ziyade Nasıl Yazayım’ı düşünmekteydim. Sonunda cevabı bulmaktan vazgeçerek aramaya devam etmeye karar verdim.

Radyodan hava kirliliğinin Keşan’ı yaşanmaz hale getirdiğini öğreniyorum. Hava kirliliğinin ana nedenlerinden fosil yakıtları İstanbul’daki birçok ilçede yapılaşma özellikleriyle beraberce yaşanmazlık dozlarını defalarca aşıyor. Radyodaki konuşmacı hava kirliliğinin trafik kazalarından 6 kat daha fazla ölüme yol açmasına rağmen çok daha az ciddiye alındığından şikayetçi.

Hava kirliliğinin öldürücülüğünün trafik kazalarındakinden en büyük farkı ölümün yavaş ve sonradan gelmesinde olsa gerek, diye düşünürüm. Sigara paketlerinin üzerindeki “öldürür” ifadesini okuduğunda “sigara beni öldürene kadar kim öle kim kala” diyen gencin geleceğin uzun sürdüğü bu yaşlardaki umursamazlığını anlayabiliriz. Hava kirliliğinin yol açtığı hastalıkların “beni değil bir başkasını” bulacağına olan inancım ise “yıllardır kirli havada yaşayıp henüz ölmemişsem artık (o sebeple) ölmeyeceğim” şeklindeki saptamamdan beslenir.

Üstelik kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda güzel rüzgarlı bir günde maviliği görüyorsam, çevrecilerin tıpkı karlı buzlu günlerde küresel ısınma ve iklim değişikliği diyen çevrecilerin hava kirliliğini de abarttığını düşündüğümdeki gibi kafamı başka tarafa çevirecek gerekçeyi bulmuş olurum.

Hava kirliliği trafik kazalarından 6 kat daha öldürücü gibi kıyaslamalara bakıp, “yüzme havuzları evde silah bulundurmaya kıyasla daha fazla çocuğun ölümüne yol açıyor” diyen ABD silah lobisi verilerine benzeterek bulguyu azımsar, sağcılarla aynı şeyleri düşünüyorlar bunlar deyip kafamı iyice öbür tarafa çevirmeye cesaret bulurum.

Veriler ve istatistiklerle düşünmeyi bilimsel bakışın özüne tek başına yerleştirirsek, her yöne çekilebilir ve omurgasını kaybetmiş kanaatlerle sürüklenmek de kaçınılmazlaşabilir. Her kanaate destek olabilecek kadar veri ve analiz bolluğu olan bir devirde öncelikleri nasıl belirleyeceğiz? Bir önceliğimiz var ise bu diğer önceliğimizden vazgeçmemizin bir gerekçesi midir?

Hedefler ve sonuçlar dünyasında, hayatımız üzerindeki etkisi hemen olan (gerekli) hissini daha fazla doğurarak, etkisi daha sonra olacak olanın (önemli) önüne geçiyor.

Bugünün ötesine geçemeyeceğimize olan inancımız kuvvetlendikçe, kendimizden başkasını zaten bir kenara bıraktığımız gibi bugünden başka bir zamandaki kendimizi de boş vermeye yatkınlaşıyoruz. Kendini ve çevresini yok edici davranışlar kaçınılmazlaşıyor.

Bu tip davranışlara yatkın ve bir gelecek tasavvuru kalmamış bir topluma dönüşmek korkutucu. Bu durumun sebepleri ruhsal dünyamız dışında arasak da ruhsal dünyamızdaki etkileri bizim yaşadığımız çerçeveyi oluşturuyor. O nedenle günümüzde saf psikolojik içerik ya da söylemdeki yazılar dışımızdaki dünyayı anlamak için çoğumuza daha yakın geliyor. Ancak, kendimizle olan aşırı meşguliyetimizle uyumlu, ancak olduğumuz yerin dışındakileri içermeyen analizler kendi “hemen”imizin ve “şimdi”mizin ve “burada”mızın ötesine geçmemize ne kadar yardımcı olabilirler? Geleceğin akla hayale sığmayan olasılıklar getirmesini etkileyebilecek bir bugün oluşturmak için kendimizle sınırlı olmayan ne yapabiliriz? Psikolojik yazılarda bu soruya cevap arayışlarına daha çok yer verebilmek isterim.

***

Eski bir yazıdan küçük bir destek: Hemen ve herkes…

İnsan davranışlarına özellikle “stres”li zamanlarda öne çıkan iki temel eğilimden, daha doğrusu iki otomatik davranıştan söz edebiliriz: hemencilik ve herkesçilik. Herkesçilik, kısaca, herkes ne yapıyorsa, onu yapmak ya da herkesin yaptığından farklı bir şey yapmaktan kaçınmak diye özetlenebilir. Hemencilik için ise, bir davranışı gerektiği kadar beklemeden gerçekleştirme, bekleyememe, hemen yapmaktan kendini alıkoyamama, diyebiliriz. Hemencilik ile herkesçilik arasındaki uyumun bozulduğu olmaz mı? “Başkaları gibi olmamak” ile “şimdi değil sonra yapmak” arasında kaldığımızda ne yapabiliriz?

Hemencilik, bazen herkes gibi olma eğilimi ile çelişirmiş gibi gözükebilir. Bazı eylemleri hemen yaparsak, herkesten farklı bir konuma düşebiliriz. Örneğin, dolu bir metro vagonundaki tek boş koltuğu kaparsak, bu eylemi koltuk gözümüze çarptığı anda, hemen yapmış olmak bizi ayakta kalan herkesten farklı kılar. Ancak, daha dikkatle bakarsanız, buradaki “hemencilik” herkesten farklılıktan ziyade herkesten öncelik şeklinde ortaya çıkmıştır. Örneğin, bir araziyi bir an önce kapatmak, en karlı alışverişi bir an önce yapmak ya da lokantadaki manzaralı masayı kapmak gibi. Herkesin yapacağını herkesten önce (hemen) yapmak herkesten esaslı bir fark oluşmaz. Sadece herkesin gittiği aynı yolda, bir adım öne geçilmiş olur. Birçoğumuza hoş bir kazanç ya da anlık bir kaybı savuşturma hissi veren bu davranışın bir örneğini uçak yere iner inmez ayağa fırlayanlarımız veriyor. Uçaktan inip de herkesi terminale götürecek otobüse herkesten daha önce hemen binmeyi gerçek bir kazanç sayabilir miyiz? Bunu üşenmeyip sorduğum seferlerden birisinde aldığım cevap: “buradan çıkayım da, nereye gidersem gideyim…” Yolcunun cevabındakine benzer duyguyu yol tıkandığında sırf hareket olsun diye yan şeride geçip, az önce terk ettiğim şeridin daha hızlı akmaya başladığında hissettiğimi hatırladım. Geleceğin nasıl olduğunu önemsetmeyecek bir şimdiki zamanda nasıl bir anlam oluşturabiliriz?