Yatılı okulda okumuş olanlar daha iyi bilir, akşam saatinde insane bir açlık bastırır. Gençliğin bütün yaşama iştahı ile önünüze çıkanı yiyip bitirmek istersiniz. Yetmişli yılların bir yatılısı olarak akşam etüdü öncesinde yemekhane girişine dizilen çanaklardaki zeytinler ve rasgele dilimlenmiş ekmekleri hatırlıyorum. Akşam yemeğine iki saat kala, açlığını akşam yemeğine ertelemek yerine, bazıları küflenmiş, lezzetini kaybetmiş zeytinleri ekmeklerin arasına atıp yemeye başlayanlar, akşama ne çıkar belli olmaz, daha yenemez bir şeyle karşılaşırsak düşüncesiyle hareket ettiklerini açıkça söylerlerdi. “Buldun mu yiyeceksin, sonra ne olacağı belli olmaz” diye özetlenebilecek bu hayat ilkesinin geçerliliğine inananlar yıllar içinde giderek artarak çoğunluk oldular.
Bir önceki yazıda aktardığım şekerleme (marshmallow)[1] testiyle yapılan çalışmaları hatırlayalım. Dört beş yaşlarındayken vaat edilen ikinci şekerlemeyi de alabilmek için önlerindekini yemeyi erteleyenler 30’lu yaşlara vardıklarında ertelemeyenlere göre daha “başarılı ve mutlu” oluyorlar. 1980’lerde yayımlanan bu sonuçlar son 30 yılın anne-babalık uygulamalarını önemli ölçüde etkiledi. Marshmallow testinin geliştiricisi Walter Mischel ise çocukların kendini tutabilirliklerinin geleceğe olan etkisinden ziyade nasıl olup da bunu başardıkları ile daha ilgiliydi. Önündeki şekerlemeye bakarken aklına üzüntülü ya da mutlu düşünceler getirerek dikkatini başka yere çeken çocuk kendini daha iyi tutuyor. Birinci şekerlemeyi hemen (7 dakika içinde) yemezse kazanacağı ikincinin hayalini kuranlar ise, dikkatlerini yeterince başka yere çekemediklerinden ötürü, kendini tutma işlemini tamamlayamadılar. Bu deneyler dizisinden bir ders çıkartmak gerekirse, vazgeçmek istediğimiz bir “kötü alışkanlığımız” olduğunda, başka şeyler düşünerek kendimizi tutmak daha etkili olacak.
Şekerleme (marshmallow) testine dönelim. Zira son birkaç yılda konuyu tekrar ele alan araştırmacılar Mischel’in paradigmasını geliştirmekteler. Carlsson ve arkadaşlarının[2] yirmi yıl ara ile belirlenmiş kuşakları karşılaştırdıkları çalışmada, kendini kontrol becerisinin her kuşakta daha arttığını işe gösterdiler. Şimdiki gençlerin geçmiştekilere göre daha sabırsız, hemenci olduklarını düşünenler yanılıyor olabilirler mi? Kendini kontrol becerisi kendi ana-babalarından ve dede-ninelerinden daha gelişkin bu gençler neredeler? Yeni kuşaklar çalışmasının yazarları arasında (ölümünden çok kısa süre önce) yer alan Mischel’e göre şimdiki gençler geçmiştekilerden daha fazla kendini kontrol becerisine sahip olsalar da bu beceriyi pek kullanmıyorlar!
Ancak, küçük çocukluktaki kendini kontrol becerisinin gelecekteki “mutlu ve başarılı” hayatı belirleyici olduğundan o kadar da emin olmamalıyız. 2018’de yayımlanan Tyler Watts ve arkadaşlarının çalışması[3] sosyal ve ekonomik etkenlerin etkisini ortaya koydu. Katılımcı çocukların evlerindeki anne-baba tutumları, öğrenme ve bilgiye yaklaşımı, çevrede örnek teşkil edecek yetişkinlerin varlığı, evin fiziksel koşulları ve anne-babaların eğitim düzeyi gibi sosyal ve ekonomik düzey ile ilişkili göstergeleri hesaba katınca ne oldu? Yoksul ve eğitimsiz olarak tanımlanabilecek kesimdeki ailelerin çocukları önlerindeki şekerlemeyi yemeden 20 saniyeden fazla bekleyebilirlerse (20 saniyeden daha az bekleyebilenlere göre) daha iyi bir geleceği de bekleyebiliyorlar. Ancak çoğunluk bu 20 saniye sınırını aşamadığı için iyi gelecek beklentisi grubuna giremiyorlar. İlk şekerlemeyi yemeyip ikinciyi bekleyeceklere bir uyarı, 20 saniye bekledinizse daha fazla beklemek ancak yoksul ve eğitimsiz bir aileden gelmiyorsanız geleceğinizi değiştirici bir mana taşıyor.
Zira verilere bir bütün olarak bakıp sosyoekonomik koşulların belirleyici etkisi istatistiksel olarak kontrol edildiğinde kendini tutabilme becerisinin geleceği kestirebilirlik etkisi kayboluyor. “Tuzu kuru” ailelerin çocuklarının ikinci şekerlemeyi bekleme lüksünü kullandıklarını, yoksulların ise ne olur ne olmaz, elimizdekini bari kaçırmayalım derken önlerindeki şekerlemeyi ağızlarına atıverdiklerini anlıyoruz.
Şekerleme (marshmallow) testindeki kendini tutabilme becerisini kuşaklar arasında kıyaslama aracı olarak kullandığımızda yeni kuşaklar daha gelişmiş gözüküyor. Yeni kuşaklar bu gelişmiş beceriyi hızlı ve beklemesiz yaşamlarında pek kullanıyor gibi değiller. Ama belki de hayatımızın nasıl gelecekler içerdiğini hangi kuşaktan olduğumuzdan ziyade hangi toplumsal sınıftan olduğumuz belirliyor. Şekerlemeyi yedin/yemedin testindeki kendini tutma becerisi yoksul ve eğitimsiz kesimlerden gelen çocuklar için bir tür ağzıyla kuş tutma durumuna dönüşüyor.
Yatılı okulda günün açlığını akşam yemeğini bekleyemeden küflü zeytin ile ekmeğe “yumulan” gençler gibi yoksul/eğitimsiz kesim çocukları da sonra’ya, bir gün mutlaka’ya değil şimdi ve burada’ya odaklanıyorlar. Peki, varlıklı ve eğitimli ailelerin çocuklarının ikinci şekerlemeyi bekleme sabrına sahip olsalar bile gösterememelerinin sebebi ne? Kuşak farkı orada devreye giriyor.
[1] İngilizce kelimeleri (marshmallow gibi) italikle de olsa kullanmamı lütfen yadırgamayın. Marshamallow için de lokum mu desem, şekerleme mi desem karar veremedim.
[2] Carlsson S et al. (2018) Dev Psychology, 54 (8): 1395–1407 http://dx.doi.org/10.1037/dev0000533
[3] Watts, Duncan ve Quan (2018) Psychological Science 29 (7):1159-1177