Gallup Anketlerinde pozitif ve negatif duygu ve yaşantıların yoğunluğu araştırıldığında ülkemiz pozitif duyguları ve yaşantıları bildirenlerin oranının en düşük olduğu birkaç ülkeden birisi olmuş. Bunun anlamı ne?
Sonuçlar hoşa gitmeyince yöntem tartışılır.
Bu tip anketlerin soru sayısının sığlığı, azlığı ya da derinleştirici sorular sorulmamış olması gibi eksik gözüken yanlarını çok sayıda ve iyi seçilmiş (rastgele ve değişik kesimleri temsil edecek şekilde) bir örneklem (insan kitlesi) ile çalışılmış olması dengeliyor. O nedenle bu verilerden iddialı bir açıklama çıkartamasak bile ne manaya geldiği hakkında kafa yormaya değer olduğunu düşünüyorum.
Duygular hayat işaretidir.
Pozitif ve negatif duygular “acısıyla tatlısıyla” yaşadığımızı hissettiren, yaşıyor olduğumuzun göstergeleri sayılan “hayat işaretleri”dir. Gallup araştırmasında pozitif yaşantı işareti olarak tanımlanmış olan “doya doya gülmek, keyif aldığınız bir aktivite yapmak, yeni bir şey öğrenmek, dinlenmiş hissetmek, saygı görmek” gibi deneyimlere atıf yaparak “dün bu deneyimi yaşadınız mı?” diye soran anketçilere ülkemizden “evet” yanıt verenlerin oranı dünyadaki 150’yi aşkın ülke arasında en düşüklerden birisi. Daha açık söyleyeyim, sondan üçüncüyüz (biz dili kaçınılmaz). Birinci Sudan, ikinci Tunus. Bangladeş, Sırbistan ve Türkiye eşit puanla sondan üçüncülüğü paylaşıyor.
Ayrıntısına baktığımızda, sorulardaki “dün doya doya güldünüz mü?” kısmına 3 ülke dışındaki her ülkede yanıt verenlerin yarısından fazlası evet diyor. Bir başka deyişle, Tunus, Sırbistan ve Türkiye’de “dün güldüm” diyenler toplumun azınlığını oluşturuyor. Pozitif yaşantı (ve duygu) yoksulluğu özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde dünya ortalamasının altında kalıyor. Latin Amerika ülkeleri pozitif yaşantı/duygu yaşama sıralamasında başı çekiyorlar. Bu “pozitif”liğin kaynağını hayata bakış açılarında, acı çekmek açısından kimseden geri kalır yanları olmamasına rağmen sosyal bağlarının gücünde ve neşeli bir yapıya sahip olmalarında arayabiliriz.
Mizaha gülmek neşeden daha farklı bir duygu içerir. Doya doya gülmek deyince derin ve hafif bir neşe, bir şenlik hissi kastedilmekte. O nedenle ‘canım, biz de Penguen’deki esprilere ya da katiller ve hırsızların yaptıklarıyla dalga geçen şakalara gülmüyor muyuz?’ derseniz, oradaki güldüren duygunuzun neşe ya da coşku değil yapılanların sizde uyandırdığı öfke ve agresyonun medenice dışa vurumu olduğunu söylemek zorundayım.
Toplumumuzun iyimser hatta fazla rahat olduğuna ilişkin yorumları da sıkça duyarım. Hamsinin HIV virüsünden koruyucu olduğuna ilişkin hikayeleri iyimserlik olarak aktaranlar iyimserlik ile gerçeği inkarcılık, görmezden gelmecilik (ve negatif duygulardan böylece kurtulmacalık) arasındaki farkı unuturlar. “Yok bir şey” ya da “olmaz bir şey”ciliğin yaygın olduğu bir kültüre iyimser demek hata olur.
Negatif duygu ve yaşantılar ne durumda? Gallup anketinde negatif yaşantı işareti olarak görülen duygular ise, ‘dün bu duygulardan birisini yaşadınız mı?’ sorusuyla “kaygı, üzüntü, acı (fiziksel), stres ve öfke” için irdeleniyor. Neyse ki, Türkiye olarak bu listenin tepesindeki en çok negatif yaşantı hissedenler arasında yer almıyoruz. Irak ve İran ilk sıraları kapmışlar. Özbekistan ise dibinde (negatif duygu azlığını tek başına “iyi” bir gösterge sayamayız, sanırım). Tedirginiz, dertliyiz, kaygılıyız, ama bu bulgularda gözüken tedirginlik fazlalığından ziyade bir tür sevinç duyamama, keyif alamama, hayatın tadını çıkaramama, arkamıza yaslanıp bir “oh be ne güzel bir an” diyememe, bir başka deyişle pozitif duygularımızda bir tozlanma gibi tanımlanabilir.
Gündelik siyaset ya da dünyanın durumu. Bu durumun içinde yaşadığımız baskıcı rejimin bir ürünü ya da savaş ve felaketlerle dolu bir çağda ve bölgede yaşamanın yan etkisi olup olmadığını sorabiliriz. Bir başka deyişle, duygular konjonktürel (içinde yaşanan zaman ve mekan gibi koşullar) değil midir? Öyle olmakla beraber hangi duyguların o durumda öncelikle ve süratle öne çıkacağını etkileyip belirleyen hayata bakış açısı konjonktür ile sınırlı değildir.
Konjonktür belli duyguları otomatik olarak tetikler. Konjonktür El Salvador’da ya da Honduras’ta Türkiye’den daha parlak desek, yalan olur. Ancak yaşananların negatif yanlarını görmezden gelmeksizin yaşananlardan pozitif deneyim ve duygu çıkartabilme (iyimser bakış açısı diyelim) bazı kültürlerde bizim kültürümüze göre daha belirgin olduğundan ötürü benzer konjonktürler farklı duyguları öne çıkartabilir.
O zaman ülkemize özgü dikkat çekici bulgu olarak pozitif duygulardaki azlık, pozitif yaşantılardaki kısırlık nasıl değerlendirilebilir? Bu durumu doğrudan “milletçe depresyondayız” vb gibi tanımlamaktan kaçınmalıyız. Zira depresyon duygularımızda bir günlük eksiklik ya da değişikliklerden (üzüntü, karamsarlık, keyif alamama) ibaret olmayan, düşünce, bellek ve iştah, uyku gibi işlevlerimizde önemli rahatsızlıklarla seyreden ciddi bir ruhsal bozukluktur. Ancak, sıkıntı çekmek ya da acı hissetmek için mutlaka depresyonda olmamız gerekmez.
Esas soru, bu veriler kısmen bile gerçeği yansıtıyor mu diye düşündüğümüzde, hayatın tadının bu ülkede neden ve nasıl bu kadar kaçmış olduğu? Ne zamandan beri?
Tadımız yok. Bu anket sonuçlarının anlamını tek cümlede anlat deseniz, “ağzımızın tadı yok, keyfimiz kaçık” derim. Negatif yaşantıları ve duyguları “yeterince” yaşarken, bunları dengeleyebilecek “pozitif” yaşantılarda ve duygularda ciddi bir eksiklik, adeta bir yokluk, kıtlık, çoraklık var.
Şenliksiz toplum. Pozitif yaşantı ve duygu için her şeyin güllük gülistanlık olması gerekmiyor (Bkz. Latin Amerika ülkeleri). Bir gün, bir saat, bir an için olsun güzel bir hisle içimizin aydınlanması için iyi ilişkilerimizin olması (dostlar, aile üyeleri, çalışma arkadaşları), ve yaşanan olumsuzluklara bakarken bir umut (bir çıkış yolu) görebilecek bakış açısını taşımamız pozitif duygu ve yaşantıların kaynağı.
Şenliksizliğimizin, eğlenemezliğimizin, keyif alamazlığımızın kökenini yalnızca dışımızda, bugünde veya uzaklarda değil birey ve toplum olarak kendimizde, geçmişimizde (yaptıklarımız ve yapmadıklarımızda) arayıp bulabilirsek duygularımızın talihi dönebilir.