Sosyal etkileşim, karşısındakini anlama ve kendini ifade etme ihtiyacı yaşamın erken dönemlerinden itibaren ilişkilerimizi şekillendirir. Otizm bu ihtiyacı karşılamak için gerekli sözel ve sözel olmayan becerilerin gelişiminde gecikme ya da sapma ile karakterizedir. Bu duruma sıklıkla kısıtlı ilgi alanları ve tekrarlayıcı hareketler eşlik eder. Belirtiler tipik olarak yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkar.
(http://www.yankiyazgan.com/8-soruda-otizm/)
Karşımızdakini dinlerken genellikle gözüne, hiç olmazsa yüzüne bakarız. Bir şeyi bize eliyle işaret ederek gösterdiğinde, nereyi işaret ettiğine bakar; gözleri başka bir yöne kaydığında neye baktığını anlamaya çalışırız. Suskunlaşırsa, neden suskun olduğu hakkında bir tahminde bulunmaya çalışır, bunu kendisine söyler, ya da dert ederiz. Karşımızdaki ile ilişki kurma ve sürdürmenin temel araçları olan bu tip becerileri nasıl öğrendiğimizi bile hatırlayamayız. İlişki kurma, başkalarıyla (teknik dilde bakım veren olarak adlandırılan anne-baba, ve diğer “bakan”lar ile) bağ oluşturma davranışı doğuştan getirdiğimiz bir tür sosyal refleks olarak görülebilir. Gündelik yaşamda bu sosyal refleksin sonucu hem kendimizin hem başkalarının hayatına duyduğumuz iflah olmaz sosyal ilgidir. Dedikodudan kin, ikiyüzlülük ve intikama uzanan bir yelpazede duran ve negatif ve pozitif görünümdeki bir çok sosyal ve psikolojik “olgu” sosyal ilgimizin ve ilişki kurma/ilişki kurulma arzumuzla ilişkilidir.
Otizm adıyla bilinen nörogelişimsel bozukluğu yaşayan çocuklarda iletişim becerileri sosyal arzunun zayıflığı nedeniyle yeterince ortaya çıkamaz. Çocuk başkaları ile ihtiyaçları dışında bir bağ kurmakta zorluk çeker. Sosyal kopukluk, kendi alemindelik ya da kendi ilgi alanıyla sınırlı bir ilişki kurma eğilimi görülür. Bir başka deyişle karşısındakinin ihtiyaç ve ilgilerini gözönüne almama, anlamama ve takip etmeme otizmdeki sosyal refleks zaafının bir sonucudur.
Kendi alemindelik’in göz teması kurmama (daha doğrusu, göz teması kurma ihtiyacını hissetmeme) gibi iletişimsel sebepleri olsa da kalıpların dışına çıkmaktan kaçınma, tekrarlarla rahatlama ya da durumun aynı kalmasını sağlama gibi davranışlar da “kendi” dışındakilerin varlığını fark etmeyi önler. Kendi dışındakilerin varlığını somut ihtiyaçları ile ilişkilendirebildiği ölçüde fark eden çocuk kalıpçı tekrarcı eğiliminin dışına çıkmak için bir kapı aralar. Otizmde kullanılan eğitsel ve terapötik yaklaşımların ilişkiye dönük etkileri bu imkanın kullanılmasına dayanmaktadır. Kalıpçı ve her şeyin olduğu kalmasını sağlama amaçlı hareketlerin varlığı ve ilginin fiziksel özellikleri ile ilgi çeken alanlara sınırlı olması otizmin ikinci temel ölçütünü oluştururlar. Örneğin, açılıp kapanan bir otomatik kapının mekanizması veya bulutların gidiş yönü (adeta evrensel fizik yasaları gibi) otizmli çocuğun ilgisini çekmez, adeta emer. Dikkatin bu aşırı odaklılığı sosyal ilginin azlığı kaynaklı iletişim sınırlılığını daha da pekiştirir.
Başka insanlarla ilişkiye dair olan her şeyi sosyal başlığı altına koyarsak, buradaki ilişki kelimesinin altını çizmek gerekir. Başka insanlara ilgi duymak ile onlarla ilişkiye ilgi duymak arasında fark vardır. Başka insanların ne ya da nasıl olduğunu merak etmek, insana incelenecek bir “şey” gibi bakmak ilişki kurmayı, başkasından etkilenmeyi ve onu etkilemeyi pek içermez. Oysa, başkasını şeyin ötesine geçip bir alışveriş içinde anladığımızda, karşımızdaki bir ansiklopedi maddesinin ötesinde etkilendiğimiz ve etkilediğimiz bir birey olur. Otizmli çocuk en çok ilişki kurmakta sıkıntı çeker, ilişkinin gerektirdiği ve getirdiği davranış ve iletişim becerilerini geliştirememiş olur.
(http://www.yankiyazgan.com/otizmin-gostergelerini-anlamak-kendimizi-anlamaktir/)