*Şükran Başarır ve Seçil Akaygün Cüntay’ın kaleme aldığı Alıştığımız Gibi Değil adıyla İnkılap Yayınları’ndan çıkacak bir “pandemi döneminde ebeveynlik” kitabı için hazırladığım sunuş yazısından
Hayat bildiğimiz gibi olmaktan çıktı. İlk defa değil, aslında. Çoğumuz için ilk defa olan, hepimizin ama yeryüzünde yaşayan hepimizin hayatının aynı anda topluca ve bu çapta altüst oluşu. Birbirimizin ihtiyaçlarına yetişmemizi zorlaştıran, bir anlamda topluca etkilendiğimiz bu durumda bir başımıza, kendi kendimize kaldığımız bir durumdayız. Böyle bir zamanda hayatımıza kendi göremediğimiz noktalardan bakış açıları veren sözlere, cümlelere erişmek bir ihtiyaç. Akıl fikir alacağımız, duygularımızı paylaşacağımız, kimin ne dediğini ne demediğini duyup öğreneceğimiz kaynaklar bir gereklilik. Sosyal medya diye bilinen dünyanın içinden doğruyu yanlışı ayıklamak, bize uyanı belirlemek gürültülü bir düğünde ya da eğlenceli toplantıda yanıbaşımızdakiyle konuşmaya çalışmak gibi. Yazılar, kitaplar ise beylik olsa bile doğru bir tanımla sadık birer dost, ne dediği ne demediği (genellikle) açık, net ve berrak olan kaynaklar.
Uzun yıllardır yakından tanıyıp, işbirliği yaptığım iki meslektaşım.Şükran Başarır ve Seçil Akaygün Cüntay Pandemi döneminin anne-babaların hayatları üzerindeki etkisini ve bu etkiyi bir gelişim aracı olarak kullanma yollarını ortaya koydukları bir kitap hazırladılar (Alıştığımız Gibi Değil).
Pandemi döneminde anne-babalık diye bir alt başlık ile yazmaya ya da okumaya başladığımızda özellikle ev-okul-iş üçgeninde olan biten sayısız olayın birçok evde neredeyse aynı odaya sıkıştığı, dijital hayatın gündelik hayatın doğal bir parçası olduğu, salgın hastalık korkusunun davranışları etkilediği, COVID-19’un aldığı canlara olan üzüntümüzün hayatımızdan aldığı fırsatlara ve bugün ayrıcalık olarak gözüken gündelik faaliyetlere özlem ile karıştığı bir dönemde olduğumuzu hiç unutmamalıyız. Pandemi döneminin daha önce aklımıza gelmeyen olanaklar yaratmış olduğunu, uzaktan ders ya da evden çalışma gibi geçmiş hayalleri zorunlu olarak gerçekleştirdiğini, bu dönemde bazı ailelerin hayatlarında hiç olmadığı kadar beraber, bazı ilişkilerin daha önce hiç olmadığı kadar yoğun olduğunu, bilimin bir hastalık etkenini anlama ve çözme konusunda başka hiçbir hastalıkta olmadığı kadar yol almış olduğunu da akılda tutmalıyız.
Alıştığınız gibi değil, üstelik sadece alıştığınız gibi değil değil, bildiğiniz gibi de değil. O nedenle yeni bilgilerle dönemin gerekliliklerine uygun yeni alışkanlıklar geliştirirken, ya da eski alışkanlıklarımızı güncellerken, kerteriz alacağımız, pusulalarımızı ayarlayacağımız ilkelere ihtiyacımız var. Peki, pandemi çocukların ve gençlerin temel ihtiyaçlarını değiştirdi mi? Sanmıyorum, dünya tarihinin salgınlara ilişkin anlatılarını okuduğumda salgınlar sonrasında insanların bir evrim geçirdiğini gösteren bir bilgiye rastlamadım; ama salgın döneminde ihtiyaçların nasıl karşılandığına göre toplumların ve devletlerin yaşadıkları sarsıntılar, dağılmalar ya da yükselmelere ilişkin çokça okudum.
Temel ihtiyaçlarımızdan başlıcası olan güvenlik bu altüst oluş döneminde sarsıldığı gibi güvenlik arayışımız da aynı ölçüde arttı. Politik ve sosyoekonomik ortamın kestirilemezliği, açılan kapanan sektörler, yapılan bozulan işler ailelerin, anne ve baba olan kadın ve erkeklerin kendi gelişimlerini etkiliyor, geçimlerini nasıl sağlayacaklarını belirliyor. Geçinmek, geçimini sağlamak toplumun önemli bir bölümü için en azından bir süreliğine ciddi bir mesele olurken, ekonomik zorlanmanın çocukların içinde yaşadığı ortama etkisi özellikle gelir düzeyinde düşüş olan ailelerde çoklu etkiler gösteriyor. İşini kaybetmek ya da gelir düzeyi açısından daha önce alıştığı standardı sürdürmekte zorlanmak anneler ve babaların moralini bozuyor. Statü kaybı diye tanımlayabileceğimiz bu değişiklikleri işsizlik ile karşılaşan bireylerdeki geçmiş çalışmalardan çıkarak kestirebiliyoruz.
Ailenin geçimini sağlamakta zorlanan anne ve babaların birbiriyle geçinmekte de zorlanabileceklerini, keyifsizlik ve mutsuzluğun ev ortamına ve ilişkilere yansıyabileceğini söylemeliyim. Tam da bu nedenle pandemi dönemindeki anne-babalığın ana görevlerinden birisini duyguların aile içindeki iletişime etkisini gözlemek oluşturacak. Aile içindeki iletişim birbirinin duygularını anlamak, sormak, duyguların davranışlar üzerindeki etkilerini “yakalamak” ve tanımlamak gibi ögeleri içerdiği takdirde duyguların bir yerlerde sıkışıp bambaşka yerlerde patlamalasının önüne geçmek mümkün olabilir. Ev içinde duygusal açıdan güvenli bir ortamı sağlamanın iletişim ayağındaki iyileştirmeler maddi geçim ve annebaba arasındaki geçim zorluklarının güvende hissetme ihtiyacına negatif etkisini dengeleyebilir, çocuk ve anne-baba lehine çevirebilir. Duygulara duyarlı bir ev ortamının varlığı okulun eve taşınmasıyla ortaya çıkmış olan yeni gerilimlerin çocuğun gelişimini riske sokmasını da önleyebilir. Bu yararın derslerde başarıyı arttırarak olmasını dilerim, ama birçok çocuk için hele şu dönemde “ders başarısı” aşırı yüksek (ve genellikle kovaladıkça kaçan) bir hedef olacaktır. Tam tersine, arzu edilen düzeydeki başarının ötelenmesi, beklentinin en aza çekilip o noktadan yükseltilmesi duyguya duyarlı ve çocuğu güvende hissettiren tutum olur.
Zamana ve mekana meydan okuyan bu salgın döneminde, çocuklarınız anne-babanın iyi geçindiği, duygulara izin veren bir iletişimin olduğu evlerde kendini güvende hissedecektir.
Çocukların gelecekte bu salgın günlerinden hatırlayacakları sıcak, kabul edici, gerçekçi (dolayısıyla duygu güvenliği yüksek) bir ev olsun istediğinizden kuşkum yok. Bu isteğiniz yönünde adımlar atarken çok yararlanacağınız bir değil bin kitaba gerek var.