Yıllar içinde birikmiş plaket ve şiltleri bir düzene sokayım diye harekete geçtim. Nerede ya da nasıl aldığımı hatırlamasam da, hemen hepsi bir konferansı sağ salim bitirmiş olmamın kutlama simgeleri olarak verilmiş olsa gerek. Ödül dağıtımının bir başka kanalı ise, neden olduğunu bilmediğiniz bir ödülün verilmesi vesilesiyle bir yere davet edilip, karşılığında bir konferans vermeniz şeklinde tersine döndürülmüş bir süreçti. “Ödülünüz var” haberiyle beraber ne için aldıkları belirsiz bir ödül töreninden bir diğerine koşa koşa geçenlerimiz “neden ödül aldım acaba?” sorusunu sormadılarsa, ödüllendirilmeyi doğuştan (ya da filanca oldukları için) ve çoktan hak ettiklerine olan inançlarındandır. Rastgele ödül vermeyi “pozitif” mesajlar oluşturmak, “özgüven” arttırmak için bir yöntem olarak kabul edenler ile, iyi ve doğru davranışın ödüllendirilmesi “çocuk rüşvete alışmasın” ya da “her şeyi” ödülle mi yapacak gibi gerekçelerle gerici ve robotlaştırıcı uygulama olarak görenlerin aynı insanlar olması tesadüf mü?
Çocuğun yaptığı her şeye alkış tutan anne-baba ilk birkaç yıl “idare” eder. Görünüşte çocuğun “özgüveni”ni yükseltmek hedef gibi gözükse de yapmadığı işlerden ötürü ödüllendirilmek ülkemizdeki plaket enflasyonuna paralel bir durum gösteriyor. Ne için verildiğini bilmediğimiz bu ödüllerin bir manası olsa gerek; bir şey yaparak eriştiğimiz bir ödülden ziyade kim (filanca) olduğumuz ya da neyi temsil ettiğimiz (filadelfiyalılar gibi) ile ilişkisi olan bu ödüllerin değersizliğini bilsek bile almaya vermeye devam ederiz.
Modern anne-babaların yaygın biçimde benimsediği görüşleri arasında çocuklara ceza ve ödül uygulamalarına karşı olmak (uyku ve yemek saati olmasına, ya da çocuklara hastalıklardan korunma amaçlı aşı yapılmasına da…) bir tür “plaza tarzı devrimci duruş” olarak kendini diğerlerinden ayırır. Çocukların robotsu biçimde yetiştirilmesine yol açacağı endişesi ile ortaya çıktığını varsaydığımız bu yaklaşımın en uç şekli hayatta yaptıklarımızın somut bir sonucu olmaması gibi bir yere varır. Çocuk yaştaki beyin yapısında somut ödül olmasa da “iyi” davranmamızı sağlayan empati sistemleri bir yandan gelişmekteyken, ödülle pekişen ve cezayla pasifleşen davranışlarımızı düzenleyip denetlemek için pek de hazır sayılmayız.
“Ne yaparsan mübah, yeter ki iste !” sloganının egemen olduğu bir dünyaya gelen çocuklar, tam da doğruyu yanlışı eylemlerinin sonuçlarına bakarak öğrendikleri bir yaş döneminde, ödül ve cezaya karşı olan anne-babalarının gözünde ya da okullarında kendi canlarının istediğini yapma’nın (“çünkü BEN öyle istiyorum”) makbul ve muteber olduğunu görürler: “Oyuncağımı pencereden mi attım, elbet yenisini alacaklar”dır. “Kardeşime çelme takıp düşüşünü mü seyrettim, olur böyle şeyler”dir.
Aman durumu patolojikleştirmeyelim derken, başkalarına zarar vermeyi normalleştirip “eh, öteki de yapmıştır bir şeyler” diyerek açıklama kültürünün kaynağındaki “sahte özgürlükçü”lüğe (“hayattaki eylemlerimin sorumluluğu bana ait değildir”) rıza göstermek zor. Bu “laissez faire” özgürlükçülüğünün başkalarının ihtiyaçlarını umursamayan, kendisinin ihtiyaç ve istekleri dışına çıkamayan bireyler yetiştirmeye gittiğini göremeyen 1990’lar anne-babalarının (ve o dönemde oluşmuş özel okul kültürünün) çoğu şimdiki duruma hayıflanmaktalar. Eylemlerimizle yol açtığımız sonuçları görmenin öğreticiliğini hatırlayarak yapılabilecek şeyler yine de var.
Peki, ceza ve ödüle düşmanlık temelsiz mi? Ceza kişiye yarar getirsin diye mi verilir? Bildiğimiz gördüğümüze bakarsanız, ceza kişinin gelişimi için değil toplumun temel yapısını sarsmadan sürdürmek için başkalarına “ibret olsun” diye yapılan bir tür masum olmayanı kurban etme faaliyeti. Güvenlik, devleti vatandaştan korumaktan ibaret olunca adaletin enstrümanı olan ceza da benzer bir muhafaza işlevi görüyor. Ancak ceza ve ödülün keyfi biçimde ve çocuğun gelişimini gözetmeksizin verilişi yaşamdaki karar ve adımlarımızın doğal sonuçlarını görmemize ve (bir çocuk olarak) kendimize çeki düzen vermemize yaramaz. Üstüne üstlük, ailenin, okulun ya da devletin hayatımız üzerinde kendi “rahat”ına göre yaptığı düzenlemelere uymamanın mümkün olmadığını görür, bu “cezasız suçlar ve suçsuz cezalar” dünyasının üyesi, olmayan başarılar için ödüller, işlenmemiş suçlar için cezalara dayalı bir düzenin dişlisi oluruz.