*Bu yazı Uzm. Psk. Dan. Şükran Başarır tarafından yazılmıştır.
Alandan Sesler
Okulların çocuk ve gençlerinin sosyal ve duygusal gelişiminin sağlandığı, ruh sağlığının korunduğu duygusal güvenliğinin olduğu yerler olması amaçlı araştırma ve uygulamalarımızı 1990lardan bu yana yürütmekteyiz. Bu çalışmalardan kişisel ve mesleki olarak çok şey öğrendim. Öğrendiklerim arasında en önemlisi ise, okullardaki paydaşların görüşlerine kulak vermek, kendi doğru bildiklerimizi alandakilerin deneyim süzgecinden geçirmenin gereği oldu.
Kendim ve klinik arkadaşlarımın bulgularını ve çalışmalarını websitemizde ve sosyal medyada yayımlamaktayız.
Yazdıklarımızın yanısıra kamu ve özel okullarda çalışan meslektaşlarımızın görüşleri ve deneyimlerine dayalı yazıların önümüzdeki karmaşık ve çapraşık dönemde yol gösterici olacağını düşünüyorum. Deneyimli psikolojik danışman Şükran Başarır geçtiğimiz okul yılına aynı anda birçok pencereden bakarak yaşadıklarını ve yaşadıklarından çıkardıklarını yazıya döktü. Ben de paylaşmak istedim. Eğitimde özelleşmenin teşvik edilmesi sonucunda eğitimdeki payı artan özel okullarda sürecin nasıl yaşandığında ilişkin fikir vermenin ötesinde, özel kamu bakmaksızın yapılacaklar hakkında düşündüren ve yol gösteren bir yazı olduğunu düşündüm. (8.2020, Yankı Yazgan)
Ne kadar süreceğini bilmediğimiz yeni bir uzaktan eğitim dönemine daha girmek üzereyiz. Uzaktan eğitimle başlanacağı kararı açıklandığında, bir öğretmen “Çok moralimiz bozuldu okulların açılmayacağı haberini alınca, çocukları görmeden, onlara dokunmadan, o göz temasını kurmadan olmuyor ki, nasıl olacak, bir formül bulmamız lazım, nasıl yapsak?” dediğinde, her şeyden önce iki çocuğu okula “uzaktan eğitim”le evden devam edecek bir anne olarak içim sızladı. Öğretmenler de ebeveynler de üzgün ve endişeli. Çocuklar şaşkın. Öğretmenler ve veliler de şaşkın tabii. Ve herkes kesinlikle çok yorgun, herkesin kafası karışık. Yaz tatilinin o bilindik ve çok ihtiyaç duyulan tazeleyiciliğiyle dönülmüyor bu kez okula, tam tersi herkes yorgun ve bitkin başlıyor bu kez. Olağanüstü bir ikinci dönem yaşadı okullar ve o şok ve yorgunluk tam da atlatılamadan şimdi yeni bir “uzaktan eğitim” dönemi başlıyor.
Hepimiz için derin bir nefes alıp, kafamızı toplayıp, “Bizi yine neler bekliyor?” diye endişelenmektense “Neler yaşadık, şimdi neler biliyoruz?”, “Nelere nasıl hazırlanabilir, neleri nasıl daha iyi hale getirebiliriz?”, “Neyi geçen sefer pek de iyi yapamadık, neyi bu sefer mutlaka daha iyi yapmalıyız?” gibi sorularla, ortak akılla, hep birlikte deneyimlerimizi paylaşarak düşünme zamanı şimdi.
Neler yaşandı o henüz hiç kimsenin tam da şokunu atlatamadığı 13 Mart-19 Haziran döneminde, bir bakalım önce.
Okul öncesi dönem çocukları evde genel olarak çok sıkıldılar; hele ki tek çocuklar, hele ki balkona bahçeye açık havaya çıkma fırsatı bulamayanlar. Anaokulu eğitimini online sürdürmeye çalışmak açıkçası pek de gerçekçi ve anlamlı olamadı bu grup için. O miniklerin herşeyden çok birbirleriyle etkileşime ihtiyacı vardı ve ekrandan eğitim elbette ki bu ihtiyacı karşılayamazdı. Öğretmenleriyle sohbet etmek ve paylaşımlarda bulunmak bazı çocuklar için eğlenceli olsa da, bazı çocuklar bu sohbetleri dahi sürdüremedi. Ekran bazı çocukları zaman zaman oyalayabildi ve eğlendirebildi ama çoğuna pek de hitap etmedi sanki.
1 Haziran’da anaokullarının açılmasıyla anaokullarına çok az öğrenci gönderildi, bazıları anne-babası çalıştığı için okula mecburiyetten gönderildi, bazıları ise anne babaları artık onlarla evde baş edemediği ve çok yorulduğu için okula gönderildi. Asıl önemli olan, hemen hemen her okulda çok küçük bir grup dönmüştü okula ve daha ilk gün sonunda okulun bu yeni halini sevmeyerek okula gelmek istemeyen çocuklar oldu aralarında. “Maske takmak”, “öğretmenlerinin fiziksel & sosyal mesafesi”, “temassızlık”, “oyuncak paylaşamamak”, “diğer tüm arkadaşlarının okulda olmaması” onları zorladı; bildikleri, istedikleri ve güvende hissettikleri ortamları olmadığı için bazıları bu radikal değişiklikleri yadırgadı ve okula daha ilk haftadan düzenli devam edemez oldu. Bazı günler bazı anaokullarına tek bir çocuk geldi, bazı günler hiç çocuk gelmedi. Ama her gün öğrencilerinin gelip gelmeyeceğini bilememelerine rağmen en az 5-6 öğretmen elbette ki okulda hazır bulunuyordu. Velilere “Bir gün önceden çocuklarınızı gönderip göndermeyeceğinizi lütfen haber verin, ona göre düzenleme yapalım” denmesine rağmen, bazı veliler bazı günler okula haber vermeden çocuklarını gönderiverdi, okula gelmesi beklenen bazı çocuklar ise o gün okula gelmedi, ve hatta hiç çocuk gelmediği günler oldu ve okula gelecek ve gelmeyecek öğrenciler önceden bilinemediği için idareciler ve öğretmenler okula gelmiş ve pek çok gün öğrencisiz halde okulda beklemiş oldu. Bu öğretmenler arasında kendi çocuklarını bir yerlere bırakmakta zorlananlar, servis olmadığı için okula çok zor şartlarda, çok uzaktan ve hatta riskli olduğu halde toplu taşımayla gelenler de vardı. Ama veliler ve çocuklar artık anlık fikir değiştirebiliyorlardı. Bu tür belirsizlikler ve planlama yapılamıyor olması herkesi hem fiziksel hem psikolojik olarak çok yordu.
O hemen her okulda süslü püslü yapılan sevimli mi sevimli anaokulu bitirme törenleri elbette ki yapılamadı, ana sınıfları anaokulunu bitirdiklerini ne kadar idrak edebildi, ilkokula başlayacakları sevincini ne kadar hissedebildi kim bilir..
Okul ortamında belki de en çok yakın temas gerektiren bu yaştaki çocuklara “fiziksel/sosyal mesafe” öğretilmeye çalışıldı, hem çocuklar hem öğretmenler için bu şüphesiz ki çok zordu. Okul da yordu, ama okula aylarca gidemeyen çocukları evde oyalamak ve eğitmeye çabalamak belki ev ortamlarını daha da çok yordu. Şimdi eğitimciler, uzmanlar ve veliler olarak hep birlikte bu yaş grubu çocuklarımız için daha etkin şekilde neler yapabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Onlara herşeyden önce “arkadaş” gerekiyor, “paylaşmayı” ve “sorun çözmeyi” öğrenebilecekleri, “kendilerini ifade etmeyi” deneyimleyebilecekleri etkileşim alanları gerekiyor. Uzaktan eğitim devam etse de, “yeni normal” koşullarda seyreltilmiş sınıflarda okula devam edilse de, her iki durumda da okul öncesi eğitimi acilen uzmanlar, okullar ve aileler olarak hep birlikte yeniden düşünmemiz ve planlamamız gerekiyor.
Ve ne olduğunu anlamadan bu uzaktan eğitim süreci içinde kendini bulan ilkokul çocukları vardı bir yandan da…
İlkokul 3.ve 4. sınıf çocukları ve velileri belki süreci nispeten bir parça daha iyi idare edebildiler ama özellikle 1 ve 2. sınıf velilerinin tüm uzaktan eğitim süreci boyunca neredeyse tam zamanlı olarak okulla iç içe olması gerekti. 1.sınıflarda büyük çoğunluk okuma-yazmayı ilk dönemde öğrenmiş olduğu için öğretmenler de veliler de şükretti ama “saatler”, “kesirler”, “noktalama işaretleri” gibi bazı yeni konuları öğretmeye çalışmak ne uzaktan öğretmeye çalışan öğretmenler için ne de evde öğretmeye çalışan anne babalar için pek de kolay olmadı. Çocuklar ise kim bilir nasıl deneyimliyordu bu yeni öğrenme deneyimlerini? Kardeşler ve hatta ikizler dahil, her bir çocuğun öğrenme ritmi farklıydı ama anne babalar için bununla yüzleşmek de pek de kolay olmadı. Veli whatsapp gruplarında “Siz nasıl bitirdiniz ödevleri, biz (“biz”!) daha iki tanesini yapabildik, biz (“biz”!) çok gerideyiz” gibi yakınmalara da evde kardeşlerin kıyaslanmalarına da sıkça rastlanıyordu. Yeni konuyu öğretemeyen, ödevleri yaptıramayan bazı anne-babalar için bu yeni deneyim çok hırpalayıcı oldu. Okul ve ev öylesine iç içe geçmişti ki, herhangi bir işte çalışmayan anneler dahi okulun “sms, email vb. mesaj bombardımanını” takip etmekte ve okuldan gelen taleplere yetişmekte zorlandı. Çalışan ve çocuklarına destek olamayan anneler (nedense hep sadece “anneler” dendi tüm süreçte!) ise ya çok suçlu hissettiler, ya herşeye yetişmek üzere aşırı hırpalandılar bu süreçte; ya çocuklarının eğitimi ya işleri illa ki aksadı, bu ya okula çok öfkelenmelerine ya da pes edip çocuklarına ödev yaptırmayarak “Olduğu kadar” diyerek okuldan çok erken kopmalarına neden olabildi.
Okulların çoğu öncelikle önceden kaydedilmiş ders videolarıyla başladı uzaktan eğitime, velilerden çok yoğun olumsuz tepkiler alındı “Çocuklar kendi öğretmenlerini görmek istiyor, böyle kayıtlarla ders olur mu?” şeklinde. Çocuklar ilk birkaç hafta içinde bozulan rutinlerini o kadar çok aradı ve arkadaşlarını o kadar çok özlediler ki, veli whatsapp gruplarında birbirlerine sevimli sevimli sesli mesaj ve videolar göndermeye başladılar. Özledikleri “Matematik dersi”, “Hayat Bilgisi dersi” değil, arkadaşlarıyla eğlenmek, şakalaşmaktı öncelikli olarak elbette ki. Derken bu mesajlaşmalar da yetmedi. Madem görüşülemiyordu, bu kez çocuklar arasında görüntülü aramalar başladı. Bu görüntülü aramalarda çocuklar sohbet ettiler, birbirlerine seslene seslene kendi evlerindeyken ekrandan saklambaç bile oynayabildiler, ekranda birbirlerine bakarak meyve yediler vs. Çocukların en temel ihtiyacının birbirleriyle etkileşim olduğu çok açıktı. Kaybettikleri rutinlerine meydan okuyorlardı adeta. Veliler de evde çocukları oyalamakta o kadar zorlanıyordu ki, onların da diğer çocuklara çok ihtiyacı vardı. Bu durum okullara iletildi; bazı okullarda öğretmenler çocukları görüntülü aramaya başladı, bazı okullarda canlı zoom dersleri hızla başlatıldı.
Bazı okullar tüm gün süren canlı derslere geçti. Çocuklar ilk zamanlarda hem öğretmenlerini hem birbirlerini görmekten çok mutlu oluyorlardı ama zaman içinde ekrandan sıkılmaya başladılar, 40 dakikalık dersler bazı çocuklara uzun gelebildi, ara verildikten sonra tekrar derse bağlanmak istemeyen çocuklar oldu, zaman ilerledikçe etkinlikler-ödevler hem çocuklara hem velilere fazla ve zor gelmeye başladı. Zoom derslerine katılım istatistikleri zaman içinde düşmeye başladı, evlerde çocukları derse bağlanmaya ikna etmek için çok çaba sarf edildi, bazı çocuklar ekranlarını ve seslerini kendileri kapamayı ve istedikleri başka sayfalar açmayı ya da ekranı sessize alıp kendi oyuncaklarıyla oynamaya başladı. Bazı çocuklar anne babalarını odalarına istemedi bu özgürlükleri engellenmesin diye, bu bazı velilerin de tercihiydi zaten. Bazı veliler ise tüm dersleri çocuklarıyla dip dibe takip etti ve hem çocuklarına hem okullara ve öğretmenlere karşı çok müdahaleci olabildi.
Bazı öğretmenler de ekrandan bile olsa çok müdahaleci olabildiler,; ev ortamında, odalarında, yataklarında ya da bahçede, koltukta ya da halıda ders dinlemeye çalışan çocuklar elbette ki kıpır kıpırlardı, ellerinde ders sırasında oyuncak vs. olabiliyordu, birden yerlerinden kalkıp birşey içip lavaboya gidebiliyorlardı, birden sandalyelerinde aşağı doğru kayarak ekrandan kayboluveriyorlardı, söz almadan heyecanlı heyecanlı hepsi bir anda konuşabiliyordu vs. Derslerde büyük uğultu ve gürültü olabiliyordu zaman zaman. Bazı öğretmenler dersi çok kez bölmek pahasına “Elindeki oyuncağını bırak, sallanma, düzgün otur, birşey mi var ağzında, yanında niye kardeşin var-başka, kalk başka yere geç” vs. uyarılarla çok fazla zaman harcadılar; bu ne çocuklara ne velilere iyi gelmedi. Bazı öğretmenler “Bu şekilde devam edersen seni dersten çıkartacağım, sesini kapatacağım ve bir daha açmayacağım” vs bile diyebildiler.
Öğretmenler eski bildikleri sınıf hakimiyetine ihtiyaç duyuyorlardı belli ki ama ekrandan evdeki çocuklara bu tür uyarılar şaşkınlık verici ve anlamsız geliyordu çoğunlukla. Ödevler hem çocuklar hem veliler için tam bir azap olmaya başladı zaman içinde; özellikle çeşitli el işi malzemeleri gerektiren çocukların tek başlarına yapamayacağı mutlaka veli desteği gerektiren proje ödevleri. Ya anneler yaptı o proje kuklaları, şapkaları; ya da hiç yapılamadı bazı bu tür ödevler. Oysa çocuklar bu tür etkinlikleri okulda eğlenerek yapar, eve sevinçle heyecanla getirir gösterirlerdi yaptıklarını. Belki de okulda gerçekleştirilen her etkinlik, çocuklar için uygun olduğu düşünülen her proje uzaktan eğitim sürecinde evde tamamlanmaya uygun olmayacaktı. Öyle şaşkınlık içindeydi ki herkes, hem veliler hem öğretmenler, bazıları hiç sorgulamadan ne kadar zorlanırsa zorlansın “Herşey eskisi gibi, hiçbir şey değişmemiş gibi devam edecek” şeklinde devam etmeye çalışıyordu; bazıları ise baş etmeye çalıştığı onca zorluk içinde herşeye tepki gösterip herşeye isyan ediyordu.
Çalışmayan iki veli şöyle anlatıyordu kendi süreçlerini: “Sabah kahvaltıdan sonra oturup planlama yapıyorduk bugün ne ödevlerimiz (“ödevlerimiz”!) var diye, zar zor yetiştiriyorduk tüm ödevleri, 4’e kadar okul işleri sonra ev ve yemek işi diye planlamıştık, tüm gün her çok meşgul oluyorduk“. Çalışan başka bir anne ise şöyle diyordu “Çocuğum ne yapıyor ne yapamıyor hiçbir şeyi takip edemiyorum, bu beni o kadar geriyor ki eksik ödevleri farkettiğimde hiç istemeden, haksızlık yaptığımı bile bile çocuğuma kızıyorum, o da bana bağırıyor ve hatta kolumu bacağımı tırmalıyor, devamlı kavga halindeyiz evde”.
Bazı çocukların uyku saatleri çok bozuldu bu süreçte, çoğu çocuk çok geç yatmaya başladı, normalde ciddi televizyon veya tablet kısıtlaması olan evlerde bile bu kısıtlamalar çok esnemek zorunda kaldı. Tek çocuklar evde çok sıkıldı, kardeşler ise dip dibe olmaktan birbirine girebildi. 7 yaşındaki bir çocuk anne babasına şöyle ifade ediyordu kendini: “Sadece sizi görmekten çok sıkıldım, buna bir çare bulun, ben arkadaşlarımı görmek istiyorum!”.
Bazı ilkokul çocukları elbette ki daha iyi uyum sağladılar uzaktan eğitim sürecine ama özellikle küçük grup genel olarak online dersleri pek de sevemedi gibi. Ev ortamlarında oldukları için, çok doğal olarak, dersler bir an önce bitsin, serbest kalsınlar da oyun oynayabilsinler istediler; ders videolarını ileri almayı ya da kapamayı keşfettiler ama öte yandan okuldaki tüm sevdikleri etkinlikleri, basketbolu, futbolu, kulüpleri, yüzmeyi, tiyatro oyunlarını, resim odasını, müzik odasını, seramiği, bahçede arkadaşlarıyla koşup oynamayı çok ama çok özlediler. Teneffüslerde çılgınca bahçeye koşup alt alta üst üste oynayamadıktan, zıp zıp oradan oraya zıplayarak kan ter içinde kalamadıktan ve arkadaşlarla neye güldüklerini bile bilmeden kıkır kıkır gülemedikten sonra, öğretmenlerine koşup sarılamadıktan sonra okula devam ettiklerini evde nasıl hissedebilirlerdi ki? “Okul çok eğlenceliydi, böyle evden Zoom’la okul mu olurmuş” diyen ve kısa sürede ekrandan sıkılan çok küçük çocuk oldu. Kendi kendini oyalayabilen çocuklar bu süreci elbette ki çok daha iyi geçirdi; bunu yapamayan çocuklar ise ya çok hırçınlaştı ve anne babalarıyla çok sorun yaşadı ya da endişe verici düzeylerde bilgisayar oyunlarına yöneldi. Anne-babaların çocuklarına yaklaşımı, “disiplin” ve “oyun” dan ne anladıkları belki de her zamankinden daha da kritik önem taşımaktaydı artık.
Aylardır en büyük tutkusu bilgisayardan online satranç oynamak olan bir ilkokul öğrencisi artık bilgisayara dokunmuyordu ve “Koronadan çok sıkıldım artık Anne, bitsin istiyorum, gerçek arkadaşlarımla gerçek satranç oynamak istiyorum artık” derken başka bir ilkokul öğrencisi “Sokakları unutmaktan korkuyorum Anne” demişti bu süreçte. Anneler belki de ilk kez ne diyeceklerini hiç bilemiyorlardı.
İlkokul velileri PDR ve öğretmen iletişimine ve desteğine çok yoğun ihtiyaç duydu bu dönemde, normalde okulla iletişime geçmeyen çok veli bu süreçte okuldan gece gündüz, hafta içi hafta sonu demeden destek isteyebildi. Tabii süreç boyunca okulların hiç ulaşamadığı, uzaktan eğitime hiçbir şekilde dahil ol(a)mayan veliler de olabildi. Okul-ev mesafesi ve sınırları da uzaktan eğitimle birlikte büyük bir dönüşüm içindeydi sanki.
Küçük çocuklar ve küçük çocuklu aileler için zor günlerdi, peki ya ortaokul-lise çocukları neler yaşıyordu acaba? Ortaokul yaş grubu çocukları (ve tabii aileleri) küçük yaş grubuna kıyasla sanki yaş dönemi özellikleri (Latans dönem) sayesinde bir parça daha kolay geçirdi süreci. Hem ders takiplerinde ilkokul kadar ebeveyn desteğine ihtiyaçları olmadı, hem kendi kendilerini daha kolay oyalayabildi, hem de online ortamlarda sosyalleşebildiler. Çoğunun kendi bilgisayarı ve/veya telefonu vardı ve çoğunun zaten hep iletişim halinde olduğu arkadaş grupları vardı, ve sanal ortamlarda sosyalleşerek, oyunlarla, youtuber’larla-müzikle-filmlerle ya da kendileri videolar çekerek vs. çok çeşitli şekillerde anne babalarına bağımlı kalmadan kendilerince aktif bir hayat yaratabiliyorlardı. Bu grupta en belirgin yaşanan sorun çok fazla bilgisayar oyunu oynamaya yönelme, ekran başından kafasını neredeyse hiç kaldırmama (telefon, tablet veya bilgisayar), ve elbette ki okulu-arkadaşları ve ders dışı etkinlikleri çok özleme olarak görüldü. Ortaokul velileri ilkokul velileri kadar çok zorlanmadı sanki ama onlarda da akademik kaygı ön plandaydı; akademik kayıplar nasıl telafi edilebilecekti, okul elinden geleni yapıyor muydu?” (Sınava hazırlanan 8.sınıflar bu genellemelere dahil edilmemelidir, o seviye uzun yıllardır o yaş grubuyla çalışanların yapabileceği bambaşka bir inceleme-yorumlama gerektirmektedir görüşündeyim. Tek bir 8.sınıf çocuğuyla veya ebeveyniyle dahi çalışmadığım için sınava hazırlık süreciyle ilgili değerlendirmeye hiç girmiyorum.)
Liseye geçecek olursak, bu yaş grubunda çok belirgin bir ayrım görüldü sanki; bazı çocuklar tüm süreç boyunca “Bu online eğitim tam istediğim şeymiş, böyle çok iyi, okul hiç başlamasın” derken (Kendi kendine zaten her daim verimli çalışabilen ve bireysel çalışmadan zevk alanlar, öz disiplini zaten hep yüksek olanlar, aile ortamında-evde mutlu ilişkiler içinde olanlar, okulda pek yakın arkadaşı olmayan ya da okulda arkadaşlarıyla sorunlar yaşayan ve hatta zorbalığa uğrayan çocuklar, okulda hiçbir ders dışı etkinliğe zaten katılmayanlar, henüz hayatında flört ve romantik ilişkiler başlamamış çocuklar sanki?); bazı çocuklar ise ilk günden itibaren “Bu uzaktan eğitim hiç bana göre değil, ben böyle okulda olmadan ders filan yapamıyorum” (Kendi kendine bir türlü ders çalışamayan ve yanında hep birilerini isteyenler, kendi kendine planlama yapamayanlar, evde aile içi çatışmalar-gerginlikler yaşayanlar, fiziksel olarak okulda olduğunda çok sosyal, popüler ve aktif olanlar, okul içinde yaşadığı flört ilişkileri hayatında büyük ve öncelikli yer tutanlar, derslerden çok ders dışı etkinliklerle meşgul olan ve bundan zevk alanlar, evde çok ciddi maddi zorluklar yaşayanlar, ve tabii aktif sporcular sanki?) diyerek çok büyük zorluklar yaşadı.
Sokağa çıkma yasağından genel olarak en çok bu yaş grubu etkilendi gibi. Tam kendilerine ev dışında yeni bir hayat kurmaya başladıkları bu dönemde birden hiç kontrol edemeyecekleri şekilde anne babalarıyla dip dibe olmakla ilgili çok zorlandılar; odasından balkon ve bahçeye bile neredeyse gerçekten hiç ama hiç çıkmayan çocuklar oldu. Odalarını kendi özel ve gizli dünyalarına çevirmeye çalışanlar sanki çoğunluktaydı. Uyku bozukluğu ve yeme bozukluğu sanki yaygınlaştı, ekran karşısından hiç kalkmamak geniş bir kitle için çok büyük bir mesele oldu. Takıntılar çok tetiklendi, kaygılı çocukların kaygıları inanılmaz arttı, ağlama krizleri ve öfke nöbetleri sıklıkla görüldü. “Ölüm korkusu”, “sevdiklerini kaybetme korkusu”, “virüse yakalanma korkusu” çok dile geldi. Bir uçta okulla inanılmaz yoğun iletişim isteyen çocuklar varken bir uçta da okulla hiç iletişim kurulamayanlar, takip edilemeyenler oldu.
Tek başına çalışmakta zorlanan bazı çocuklar birbirlerine bağlanıp karşılıklı ekranlarını açıp, birbirlerine bakarak, “yüz yüzeymiş-birliktelermiş gibi”, karşılıklı ekranlardan konuşa konuşa ders çalıştılar. Ders çalışma veya oyun oynama ya da sadece sohbet amaçlı gruplar oluşturuldu. Okulda bir şekilde insan içine karışabilen ama bu uzaktan eğitim sürecinde oluşturulan sanal buluşmalara hiç dahil edilmeyen bazı çocuklar çok yalnız hissedip bundan çok olumsuz etkilendiler; çok net bir şekilde dışarda bırakılıyorlardı ve artık okuldayken “öylesine” takılabilecekleri insanlar da yoktu yakınlarında. “Kaç kişiyi aradım kimse açmadı, oyun teklifi gönderdim, cevaplamadı; konuşacak kimsem yok ve evde çok sıkılıyorum, hiç içimden ders çalışmak gelmiyor” diyen çocuklar gerçekten ne yapacaklarını bilemez olmuşlardı. Normalde hiç bilgisayar oyunu oynamayan ve dersleri çok iyi olan sporcu bir 9.sınıf öğrencisi birden uzun saatler boyunca oyun oynamaya ve derslerden kopmaya başlamıştı ve durumu şöyle açıklıyordu: “Bütün arkadaşlarım oyun oynuyor ve beni de çağırıyorlar, şu an ortam bu, kabul etmezsem onlardan koparım, hiç evden çıkamıyorum, spor yapamıyorum, oyun oynamazsam başka nasıl sosyalleşebilirim ki?”.
Bazı çocuklar ise tüm süreç boyunca devamlı öğretmenlerini aramak ve “Okulda olsam teneffüste soru sorarak anlayabiliyordum ancak, böyle evde kendim hiçbirşeyi anlayamıyorum ki” diyerek devamlı bireysel akademik destek almak istedi. PDR görüşmeleri çok arttı, sadece çok sıkıldığı ve konuşacak kimsesi olmadığı için öğretmenlerini ve PDR’yi arayan çocuklar oldu. Sokağa çıkma yasağı olan dönemde bir öğrenci “Hocam, annem babam çalışıyor, bütün gün evde yalnızım, odamın penceresi boşluğa bakıyor, bütün gün gördüğüm tek şey ya bir kuş ya da rüzgarda uçan bir torba oluyor, o kadar sıkılıyorum ki anlatamam” diyordu ve ne anlatırsa anlatsın öğretmeni bir türlü ona telefonu kapatamıyordu. Bir grup ise şartlar ne olursa olsun aktif olmakta kararlıydı, okul gazetesine yazanlar, evden müzik kayıtları oluşturup yayınlayanlar, e-spora kendini kaptıranlar, canlı yayınlar yapanlar, projelerle yarışmalara katılanlar vs. Onlar şartlara meydan okurken, öğretmenleriyle birlikte süreç boyunca sıkıntıdan görüntülü görüşmelerle yapboz yapan ve bununla kendini çok meşgul eden bir grup lise öğrencisi ise sanki bütün bu yaşananlara dair parçaları yerli yerine oturtmaya çalışıyordu.
Sınava hazırlanan 12.sınıf seviyesi de 8.sınıf düzeyi gibi uzun yıllardır o yaş grubuyla çalışanların yapabileceği bambaşka bir inceleme-yorumlama gerektirmektedir görüşündeyim. Üniversite sınavına hazırlanan çocuklarla çalışmadığım için bu konuda bir değerlendirme yapmaktan imtina ediyorum. 12.sınıflarla çalışmasam da, söylemeden geçemeyeceğim tek nokta herhalde insanların hayatında büyük önem taşıyan Lise mezuniyet törenlerinin bu pandemi döneminde gerçekleşememesinin ilgili herkes için kolay kolay atlatılamayacak büyük bir hayal kırıklığı olduğunu düşünüyor olmam olabilir.