Ortaokulda iyi bir öğrenciydim. Bir ders dışında: Beden eğitimi. Artık beceriksizliğimden mi, hantallığımdan mı, her nedense, kasadan atlayamaz, halata tırmanamaz ve amuda kalkamaz bir çocuktum. Herhalde evinde özel beden dersi alan nadir kişilerden de birisiydim. Evin salonuna getirilmiş şiltenin üzerinde öğretmenin nezaretinde çalışır, yine de ancak geçer not almaya yetecek kadar öğrenirdim. Ortaokul bitip de yatılı gittiğim lisede ne fizik kimya ne matematik, varsa yoksa beden eğitiminde ne yapacağım diye dertleniyordum.
Neyse, Ankara Fen Lisesindeki müstakbel öğretmeni uzaktan tanıyan bir yakınından ‘hamili mektup yakinimdir’ havasında bir mektup edindim; okula gider gitmez ilk iş bedenci Necmi (Sezgin) hocanın yanına vardım. Mektubu açıp okudu, bana şaşkınca baktı, bu ne dercesine. Durumu anlattım, beden dersindeki hiç bir şeyi yapamıyordum, hepsini tek tek saydım, ‘n’olur beni sınıfta bırakmayın’dan başka diyecek bir şeyim yoktu.
Necmi hoca durdu düşündü, sonra ‘sen yapamadıklarını saydın, ama sporla bedenle ilgili ne yapabilirsin, söylemedin’ dedi. ‘Hızlı koşarım, özellikle arkadan kovalayan birisi olursa’ dedim (doğruydu, ama koşma için o sıralarda kimse not vermiyordu). Necmi hoca ‘O zaman, atletizm takımına aldım seni’ dedi. Takımda uzun süre barınamadıysam da o günden beri fırsat buldukça koşan birisi oldum.
Bu alışkanlığı edinmiş olmak ya da sınıfı üzülmeden geçmekten öte kazandığım neydi? Yapamadıklarım kadar yapabildiklerime odaklanan bir öğretmenin varlığının kendime bakışımı değiştirici etkisi.