Modern anne-babaların yaygın biçimde benimsediği görüşleri arasında çocuklara ceza ve ödül uygulamalarına karşı olmak (düzenli uyku ve yemek saati olmasına, ya da çocuklara hastalıklardan korunma amaçlı aşı yapılmasına da…) bir tür “plaza tarzı devrimci duruş” olarak kendini diğerlerinden ayırır. Çocukların robotsu biçimde yetiştirilmesine yol açacağı endişesi ile ortaya çıktığını varsaydığım bu yaklaşımın en uç şekli hayatta yaptıklarımızın somut bir sonucu olmaması ve başkasıyla uyum sağlama zorunluluğumuz olmadığı gibi bir yere varır. Çocuk yaştaki beyin yapısında somut ödül olmasa da “iyi” davranmamızı sağlayan empati sistemleri bir yandan gelişmekteyken, ödülle pekişen ve cezayla pasifleşen davranışlarımızı kendi özgür irademizle düzenleyip denetlemek için yaş olarak pek de hazır sayılmayız.
“Ne yaparsan mübah, yeter ki iste !” sloganının egemen olduğu bir dünyaya gelen çocuklar, tam da doğruyu yanlışı eylemlerinin sonuçlarına bakarak öğrendikleri bir yaş döneminde, ödül ve cezaya karşı olan anne-babalarının gözünde ya da okullarında kendi canlarının istediğini yapma’nın (“çünkü BEN öyle istiyorum”) makbul ve muteber olduğunu görürler: “Oyuncağımı pencereden mi attım, elbet yenisini alacaklar”dır. “Kardeşime çelme takıp düşüşünü mü seyrettim, olur böyle şeyler”dir.
Aman durumu patolojikleştirmeyelim derken, başkalarına zarar vermeyi normalleştirip “eh, öteki de yapmıştır bir şeyler” diyerek açıklama kültürünün kaynağındaki “sahte özgürlükçü”lüğe (“hayattaki eylemlerimin sorumluluğu bana ait değildir”) rıza göstermek zor. Bu “bırakınız yapsınlar-laissez faire” özgürlükçülüğünün başkalarının ihtiyaçlarını umursamayan, kendisinin ihtiyaç ve istekleri dışına çıkamayan bireyler yetiştirmeye gittiğini göremeyen 90lar anne-babalarının (ve o dönemde oluşmuş özel okul kültürünün) çoğu şimdiki duruma hayıflanmaktalar. Eylemlerimizle yol açtığımız sonuçları görmenin öğreticiliğini hatırlayarak yapılabilecek şeyler yine de var.
Ancak ceza ve ödülün keyfi biçimde ve çocuğun gelişimini gözetmeksizin verilişi yaşamdaki karar ve adımlarımızın doğal sonuçlarını görmemize ve (bir çocuk olarak) kendimize çekidüzen vermemize yaramaz. Üstüne üstlük, ailenin, okulun ya da devletin hayatımız üzerinde kendi “rahat” ına göre yaptığı düzenlemelere uymamanın mümkün olmadığını görür, bu “cezasız suçlar ve “suçsuz cezalar” dünyasının üyesi, olmayan başarılar için ödüller, işlenmemiş suçlar için cezalara dayalı bir düzenin dişlisi oluruz.