4z

Nörobiyolojik yalan makinası

Yalan, kandırma, aldatmaca ve hile gündelik hayatın her noktasında mevcut. Kandırılmamak, aldatılmamak için kimin doğru, kimin yalan söylediğini beyin görüntülerine bakarak anlayabilir miyiz acaba?

Yalan makinası sanıklara işkence ederek doğruyu söyletme yerine modern teknolojiden yararlanarak aynı hedefe ulaşmak için geliştirilmiş. Modern yalan makinalarında fonksiyonel MRI adlı görüntüleme tekniği ile bir zihinsel işlem sırasında beyindeki kan akımının değişimi saptanarak beyin bölgeleri arasındaki görev bölümünü kestirmeye çalışılıyor.

Yalan makinasının amacı, sizin ‘aslında’ ne düşündüğünüzü (söylediklerinizi değil kafanızın içinde olup söylemediklerinizi, hatta kafanızın içinde olduğunu bilmediklerinizi, ya da belki söyleyebileceklerinizi bulup) ortaya koymak. Bir bakıma ‘Minority Report’ filmindeki gibi, olacakları, şu anda ortada olmayanları, söylenmemişleri çekip çıkartmak.

Problem: yalan ile doğruyu ayırd etmeyi ‘aslında’ pek beceremeyen bu makinalar, istihbaratçılar, özel harpçiler ya da teknolojinin her şeyi halledeceğine inananlar dışındaki çevrelerde (başta ciddi beyin araştırmacıları) pek makbul ve şu andaki haliyle mümkün sayılmıyorlar. Ah, bir de pazarlama dünyasında insanların asıl tercihlerini anlamak ve yönlendirmek amacıyla kullanılmakta.

Bilim dünyası neden bu yalan saptama işine temkinle yaklaşıyor? Aklıma gelen bir kaç sebep var.

Birincisi, beyindeki aktivite ile bireyin eylemi/söylemi arasındaki ilişki o kadar net saptanamıyor. Öncelikle MRI aygıtının zamana duyarlılığı (temporal resolution) yeterli değil; özellikle çok kısa zaman dilimleri içinde gerçekleşen o andaki beyin aktivitesi değişikliklerini yeterince yansıtmadığından ötürü, bir sonuç söyleyebilmek için çok sayıda insanın beyin görüntüsüne aynı anda bakarak, ortalamalarını almak gerekiyor. Çalışmaların çoğu iki grup insan arasındaki farkı yansıtıyor; çok sayıda beyinden elde edilen bulgunun ortalamasına dayalı olarak varılan sonuçlar tek tek insanlar için geçerli değil.

Örneğin, yazıda adı geçen bölgelerden amigdala’nın korku ve kaygı ile ilişkisi olduğunu beyin görüntüleme çalışmalarıyla ortaya konduysa da, amigdala’nın sizde ya da bende nasıl çalıştığını, davranışlarımızla ilişkisinin (ağır hastalıklar dışındaki ‘normal’ sayılan durumlarda) ne şekilde olduğunu bu görüntülere dayanarak söylemek mümkün gözükmüyor. (‘Söyleriz’ diyenler olsa da, bugün için araştırma düzeyindeki bilgiyi yeterince derinleştirmeden hızla piyasaya sürmeyi tercih ettikleri için eleştiriliyorlar. Onlar da bizi çekemediğiniz ya da anlayamadığınız için böyle diye yanıtlıyor, kendilerini engizisyonun inanmadığı Galieo ya da matematikten kırık not getiren Einstein’a (anlaşılmayan değer kontenjanından) benzeterek işin içinden çıkmaya çalışıyorlar.

İkincisi, zaman duyarlılığı sorunu bulguların tek tek bireyler için geçerli olmasını sağlayacak biçimde çözülse bile, beyin bölgelerinin çalışmasına bakarak ‘asıl’, ‘ gerçek’ düşünce ya da duyguyu anlayıp anlayamayacağımız belirsiz, en azından eldeki metodoloji ile.

Beyindeki bölgeler düşüncelerimiz ya da duygularımıza paralel olarak değişik örüntüler içinde aktifleşir ya da pasifleşirler. Beynimizin aktivitesini yaşantımızın saniye saniye kaydedebilirsek göreceğimiz sürekli değişken ve bölgeden bölgeye yayılan bir aktivite. Belli duygudurumlar ya da eylemler sırasında bazı bölgelerin diğerlerinden daha fazla aktif (ya da pasif) olmasına bakarak zihinsel işlevlerle ilgili bölgeleri bir ölçüde kestirebiliyoruz. Örneğin, korku ya da kaygı uyandıran durumlardaki aktiviteye en çok katılan bölgelerden bir tanesi “meşhur” amigdala. Eğer korku verici durumlarda aktif ise, korku verici durumları kaydetme ve hatırlama işlevinde de yeri vardır, sonucuna varılabiliyor.

Yalan saptama gücüne inananların kaynak gösterdiği birkaç çalışmada kişilerin görüşleri ile beyin görüntülerinin arasında fark ya da çelişkiler bildiriliyor. Örneğin, ‘siyahlara karşı önyargım yoktur’ diyenlere siyah tenli insanların resmi gösterildiğinde beyinlerindeki amigdala bölgesinin aktifleşmesinin görüntülenmesinde olduğu gibi. Kişi ‘aslında ben siyahların hakkını ya da eşitliğini savunuyorum’, ya da ‘onları çok seviyorum’ (benim siyah arkadaşlarım var’) dese de, beyin görüntüsünde korkuyla ilişkili bölgeler aktifleşiyor. Beyinde aktifleşen sistemlerin sözleriyle uyumlu bir duyguyla pek ilişkili olmadığını görünce o zaman “gerçek hislerini yadsıdığını söyleyebiliriz” sonucuna varan uzmanlar var.

Bu sonuç ilk başta akla yakın gelse de problem bitmiyor: Amigdala, korku ile ilişkili bir bölge olmakla birlikte, korkuyu tek tip bir duygu olarak ele alırsak yanılırız. Korkutucu bir yüz ifadesi ile aktifleşen “korku bölgesi’’ amigdalayı, başka hangi durumlar/duygular aktifleştirebilir?

Örneğin, yeni doğmuş bebeğinin yüzüne bakarken beyin görüntüsü (araştırma amacıyla) kaydedilen annenin amigdalası da aktifleşiyor. En sevdiği, en değer verdiği varlığı olan çocuğuna karşı ‘gerçek’ ve ‘asıl’ hisleri korku içeriyor, tabii ki. Ama ürkme ya da çekinmenin sonucu olan bir korkudan ziyade, bebeğini kaybetme, ona istemeden zarar verme ve ondan ayrılma olasılığını aklına getirdiği anda hissettiği korku. Amigdala’yı annenin bebeğini kaybetme korkusu da aktifleştiriyor, bir beyazın siyah ırktan birisini görmesi de.

Iki ayrı durumda aynı ‘korku bölgesi’ aktifleşse de, iki duygunun, iki korkunun bire bir aynı olmadığı apaçık. O zaman bu aktifleşmiş amigdalaya bakıp da toplumsal anlamlar taşıyan bir sonuç nasıl çıkartılabilir? Beyindeki her aktivite her zaman ve her durumda aynı anlamı taşımıyor.

Peki, baştaki soruya dönelim: Hileye yalana aldanmamak için insanların beyin görüntüsüne bakarak doğruyu yanlışı ayırd edebilir miyiz? ‘Beyin görüntüsünü al, kimin doğru söylediğini anla’ diye umuyorsak, bu pek gerçekçi değil.

Hissedilen bir duygu bilinçli olarak farkedilmediyse, ya da fark edilip de ifade edilmediyse, biz hangisini ‘doğru’ ya da ‘gerçek’, ‘sahici’ olarak kabul edeceğiz? Diyelim ki, beyin görüntüsü zihnimizde bir durumda, bir anda oluşan duyguyu doğru olarak saptayabilse bile, sözle ya da beden diliyle başkasının anlayacağı şekilde ifade etmediğimiz bir duygu ne kadar ‘gerçek’?

Örneğin, yaşlı bir adam sizi rahatsız edici bir biçimde eleştiriyor, ve siz içinizden ona epeyce bir kızgınlık duyuyor, ama yaşına hürmeten ‘yüzüne gülüyor’ ve bir yandan da söylediklerini anlamaya çalışıyorsanız, yaşlı adam için sizin hangi duygunuz gerçektir?

İçinizde (eleştirilmekten doğan) kızgınlığı dizginleyip, bu sözlere bir anlam vermeye çalışırken beyniniz görüntülenebilse, öfke/kızgınlık ile ilgili sistemlerin aktifleşmesi beklenebilir. Oysa siz kibar kibar amcayı dinliyorsunuz. Üstelik bir ihtimal beyniniz az sonra görüntülenebilse, kızgınlık duygunuzu dengeleyecek (çelişkili duygu hallerinde aktifleşen anterior cingulate gibi) diğer duygular ile ilişkilendirilmiş beyin bölgeleri de aktifleşiyor olacak.

Ama, işin ‘doğrusu’ hangisi? Ortaya koyduğunuz ve karşınızdakine hissettirdiğiniz duygu mu? Beyninize bir süreliğine baktığınızda görülen duygu mu? Ya da beyninizden alınan ikinci görüntüdeki duygu mu? Farklı düzeylerdeki gerçekliklerin arasından hangisini ‘en gerçek’ olarak seçeceğimiz sadece bir nörobilim ya da psikoloji konusu değil, insana ilişkin bir çok disiplinin sözü olan bir alandır. Duygu kendini söz ya da eylem ile yaşama yansıtır. Eylem de, söz de beyinden yola çıkar, anlamını yaşamın içerisinde yer alarak kazanır.

Hiç söylenmemiş ama akıldan geçirilmiş bir söz eğer beyin görüntüsü ile yakalanabilseydi, bu gerçek’ten ziyade henüz gerçek olmamış bir durum olarak görülebilirdi (nöron düzeyinde bir gerçek olsa bile). Gerçek olması için ağzımızdan ya da bedenimizden çıkıp insanlararası düzleme ulaşmasını beklemek gerekir.