Neo-optimizm: Hatadan öğrenmek ayıptır diyenlerdenseniz
Hayatınızda önemli bir adım atacaksınız; belli bir riski olan bir işe giriyorsunuz. Kaybetme riskinizi % 65 tahmin ettiniz; ama % 50 (tahmininizden daha iyi) çıktı. Bu dikkatinizi çekiyor; şaşırıyorsunuz. Benzer bir duruma ilişkin olarak sonraki dönem için tahmininizi % 50 olarak yapıp, doğruya daha fazla yaklaşıyorsunuz. Önceki hatanızı düzeltiyorsunuz.
Beyin aktivitesinde elektriksel değişikliği saptayan nörofizyolojik araçlar bu şaşkınlığı büyük bir beyin dalgasıyla yansıtıyorlar.
Başka bir seferde, kaybetme olasılığı olsa olsa % 30’dur, dediniz. Yüzde 50 çıktı. Aynı riski bir kez daha almanız gerekiyor, bir daha tahminde bulunuyorsunuz: % 30. Bir önceki tahmini şaşırmışsınız, doğrusunu öğrenmişsiniz (‘canım, bizde hata olmaz, onlar yanılıyordur’); yine de tahmininizi düzeltmiyorsunuz. Beyin elektriksel dalgalarınıza bakılıyor, yanılsanız, yanlış yapsanız bile, beyninizde pek bir şaşkınlık işareti yok.
Özetle, gerçek risk tahmininizden aşağıdaysa, yeni tahmininizi düşürüyor, ‘yok ya, o kadar da kötü değilmiş’ diye düzeltiyorsunuz. Risk, sizin risk tahmininizden yüksekse, ‘canım hep öyle derler, bakma, bir şey olmaz, bunlar komplo, uydurma’ diyerek ‘iyimserliğinizi’ muhafaza ediyorsunuz.
‘Siz’ kimsiniz? Bu deneylerin uygulandığı toplumsal kesimin % 79’usunuz. Yok, siz genelde iyimser olarak tanımlanan bir tipsiniz, meşhur benzetmeye bakarsak, bardağın boş tarafını görenlerden değilsiniz. Dolu tarafını görür, moralinizi bozmazsınız. İyimsersiniz ya, bir yanlışınız olduğunu kabul etmek size uymaz; yanlış yapmayacağınıza inanmayı iyimserlik olarak öğrendiğiniz bir pop psikoloji kitabı okumuş ya da iş hayatında kendini geliştirme seminerine katılmışsınızdır. Öğretilenleri nedense hızla ve sorgulamadan kabul etmiş, iyimserlik, ‘aslında….’ ile başlayan cümleler kurmak, o an için işine gelmeyen, keyfini bozan, canını sıkan gerçekleri ‘yok öyle şey’ diye kestirip atmak sanmışsınızdır. Ama, üzülmeyin, % 79’luk çoğunluğun içinde yer almaktasınız. Bu bakış açısına ‘neo-optimizm’ ya da ‘Neo-iyimserlik’ diyelim.
Hayır, böyle hissetmiyor ve düşünmüyorum diyorsanız, kalan % 21’densiniz. Size göre, iyimserlik yanlışın, gerçeğin yadsınması değil; aksine yanlışın düzeltilebileceğine, gerçeğin sadece istemekle değil (emek vererek), gerçeğe sadık kalarak değiştirilebileceğine inanmaktır.
Aynı kanaatteyim. Yine azınlıkta kaldık, ama olsun. Şimdilik.
Peki, beyin dalgası % 21’de nasıl değişiyor? Her iki durumda da, hatanın varlığına olan fizyolojik tepki belirgin; zihindeki işlemci bir süreliğine yavaşlıyor. Düşünce süreçlerine bakarsak, ‘ne yapsam da bu yanlışı düzeltsem, daha doğru düzgün yapsam’ şeklindeki düşünüş, sonucu değil süreci düzeltmeye odaklanıyor.
Sonuca ulaşmak için her yolu mübah gören düşünüş tarzında ise, (neo-iyimser tutum) karnesindeki notu silerek düzelten çocuk aklı ile hareketler (istatistikleri çarpıtmak, başkalarını yalancılıkla suçlamak, alıntılanan cümlelerden ayıklamalar yapmak) çokça görülüyor.
Ilkeli ile fanatik arasında fark var mı? Evet. Ilkeli, düzgün işleyen bir saat gibidir. Gerçeğe sadıktır. Fanatik ise akrep ve yelkovanı hep aynı saati gösteren bir tutarlılığa sahiptir. Günde iki kez de olsa gerçek saati gösterir.
Bilmeden istemeden kötülük? Bu durumu anlamak için bir örnek kendini her şeyi düzeltebilecek ve tedavi edebilecek güçte gören doktorlardır. Televizyondan tanıdık gelen bu tiplerin çoğu yaptığı ipe sapa gelmez uygulamaların doğruluğuna inandığı için karşılarındakini (hele çaresiz ya da gerçeği kabul etmekte zorlanan kişileri) kendi doğrusuna inancıyla etkiler. Kendi söylediklerine inanmak karşısındakini inandırmanın etkili yollarından birisidir. Seni kurtaracağım inanç ve vaadiyle hareket eder; ama genellikle zarar verir, bazen de tesadüfen yarar sağlarlar.
Propaganda. Saçma ya da apaçık gerçeğe aykırı görüşler değişik kanallardan tekrarlandıkça inandırıcı gelmeye başlar. Gerçeğe aykırı olanın o kadar da aykırı olmadığına inanmaya başlarız. Hele güvenilir gözüken (isminin başında Prof vs olunca) kişilerden duyulması, kendinden emin tavırlı insanların gerçeğe aykırı ama gerçeğe yakın gözüken görüşleri telaffuz etmesi inanmamızı mümkün kılar.
Peki gerçeği kimin söylediğini nasıl anlayacağız? Biz de prof ünvanlı bir başkasına, Nobel ödüllü psikolog Kahneman’a soralım (sakalımız yok ki sözümüz dinlensin atazösüne uyarak). O da bize bir örnekle yanıt versin:
Bir kentte 100 taksi var. 85 yeşil taksi, 15 de mavi.
Bir adama taksi çarpıyor.
Tanık: mavi bir taksiydi.
Tanığın durumu doğru görebilmiş olması: % 80.
Tanığın doğruyu söylüyor olma olasılığı kaç?
% 80 diyenler % 80!
Yanılıyorlar. Çok daha düşük. Zira, doğru görme olasılığını etkileyen bir faktör olanbir taksinin mavi olması olasılığını (% 15) unutuyorlar (hesabı bu sayfaya sığdıramıyorum; ama wikipedia’da base rate fallacy diye girebilirsiniz; olmazsa bana yazın haftaya açıklayayım).
evrim
21% lik azinlik listesinde olmaktan gururluyum. Propoganda kisminda taksi ornegi etkileyici. Simdi wikipedia’ya ya geciyorum.
Ayça Baysal Özbatır
yazınızı çok beğenerek okudum. sanırım ben de %21 azınlıktayım ve olmaktan da mutluyum.yazınızı okurken acaba sorun ben de mi diye düşündüğüm bir noktada yaptığım şeyin aslında kendimce doğru olduğunu kavramama yardımcı oldu. ancak iş hayatında her gün bu tip düşünen kişilerle çalışmak çok yorucu bir şey. umarım bu %21’lik kısım artar.