Birkaç yıl önceki PERYÖN toplantılarından birisindeki konferansım bitirmiş salondan çıkarken, birkaç dinleyicinin kendi aralarındaki konuşmasına kulak misafiri olmuştum: “YY’dan bu kadar klişe sözler beklemiyordum, beni hayal kırıklığına uğrattı.” Bu izlenimlerin pek de nadir ve bazen de haksız olmadığını söyleyebilirim; hayatımızda ciddi bir dönüşümün oluşmasını sağlayacak bir seminer ya da kitap, hatta bir söz ya da bir cümle arayışımız klişelerle, bildik tanıdık sözlerle tatmin olamayacak kadar güçlüdür. O zaman sıra dışı hatta inovasyon ürünü bir sloganın peşine düşüvermekten başka yol kalmaz. Sonu hayal kırıklığı olacak olsa bile klişenin banalliği ile kıyaslanamayacak bir muhteşemlik içinde geçen zaman bir kayıp hissi vermez.
“Şaşırt beni, öyle bir şey söyle ki” ya da “çok heyecanlandıracak bir proje” gibi filmlerden çıkıp gelmişçesine tumturaklı ifadelerin dilimize yerleşikleşmesi, hayal kırıklığına kapılmak istemeyen, motivasyonu yüksek tutmak için yüksek duygu yoğunluklarına ihtiyaç duyan bir ruh halinin egemenliğine işaret ediyor. Bu ruh halinin radarında pek gözükmeyen klişelerin uyutucu etkisi, eskimişlik çağrışımlarıyla modası geçmiş gösterişli lokantaların müşteri bekleyen boş masalarını akla getiriyor. Belki de o kadar meşgul ve o kadar yorgunuz ki, azıcık kalmış zamanımızı beylik, bildik ve tanıdık olanla geçiremeyeceğiz.
Oysa klişe denenin denenmişliğini ve sınanmışlığını sıradanlıkla karıştırmak kolaydır. Çok sık karşımıza çıktığı için üzerinde düşünmeye bile değer görmediğimiz klişelerin başarısız uygulamaları bizi klişe olmadığını düşündüğümüz yöne iteler.
Akşam yemeklerinde her zamankinden değişik yemekler pişirebilmek için aldığımız yemek kitaplarının sayfalarında klişe olmayan yemeklerin resimlerine bakıp gezindikten sonra dönüp bildiğimiz kıymalı Ayşe Kadın fasulyeyi pişirdiğimizde,
Ayşe Kadın’ın klişe olup olmaması onu nasıl pişirdiğimize bağlıdır. Temel pişirme tekniğini tam da bilmediğimiz ve uygulamadığımız için iyi pişiremeyip, annemizin oluşturduğu lezzeti tutturamadığımızda kabahati klişe yemekte değil klişeyi doğru uygulayıp uygulamadığımızda arasak, yemeğimizin daha lezzetli olmasını sağlayabiliriz.
Klişeleri hiç sevmemeliyiz. Sıkça tekrarlanarak içi boşaltılan kavramların yerli yersiz kullanımlarla klişeleştirilmesine direnmeli, “sevmek, emek, paylaşmak, öz güven, empati, korku, iletişim, değer, direniş, duygusal zekâ” gibi temel kavramlara klişe denmesini ise kabul etmemeliyiz.
Klişe deyip geçtiğimiz ve önemsemediğimiz temel kavramların bir anlamda spordaki ya da az önceki Ayşe Kadın örneğindeki gibi mutfaktaki fundamentals’a denk geldiğini söyleyebilirim. Top sürmeyi bilmeden sayı atmaya odaklanan sporcuların, soğanı ya da kıymayı ne kadar hangi sırayla kavuracağını bilmeden bütün malzemeyi tencereye boca eden aşçı durumuna düşmemek için klişeleşmiş de olsa fundamentals’dan vazgeçmemeliyiz.
Yale Center for Emotional Intelligence’ın Liderlik programı
Derginizin Kasım sayısındaki makalemde Duygusal Zeka’nın hem isminin hem cisminin babası Salovey’in kurduğu Yale Center for Emotional Intelligence’ın başkanı Brackett’dan aktarmıştım: “Bu duygusal zeka lafı çok fazla hissileşti gibi geliyor bana, ama ne yapayım, kendi icadımız. Üstelik koskoca ve çok önemli bir gerçek.”
Duygusal Zeka’nın özellikle okullarda ve evlerdeki (çocuklar ve gençlerle ilgili) uygulamalarının Amerikan toplumunda ‘neredeyse’ bir devrim yaratacağını düşünen Brackett ve Yale Center for Emotional Intelligence ekibinin Lady Gaga ve Facebook ile işbirliği içinde yürüttükleri Emotion Revolution bizim için nasıl bir anlam taşıyabilir? Bizim devrimimiz ne olacak?
Yale’deki duygusal zeka araştırmalarının ve uygulamalarının ana hedeflerinden birisi okullarda gelecek kuşaklara bu becerileri nasıl kazandıracağımız. Diğer yandan son 20 yıl içinde okullarda öğrencilere duygusal zeka öğretme amaçlı girişimlerin pek sonuç vermemiş olması, çalışmaların liderlik kademesinde başlatılması fikrini yaratmış. Eğitim alanında özellikle okullarda lider rol oynayan okul tepe yöneticileri, özel okul sahipleri, eğitime odaklı vakıf ve şirket YK üyeleri, bölgesel eğitim yöneticileri gibi doğrudan eğitimci olmayanların (ama karar verici ve gündem belirleyici olanların) öncelikle dahil edildiği bir “liderlik” grubu için geliştirilen Emotionally Intelligent Leadership in Education programı ile başlanan eyalet ve ülkelerde Duygusal Zeka eğitime yaklaşımın doğal parçası oluyor.
Duygusal Zekâ okullarda bir liderlik duruşu ve tutumu olarak var olmadan öğretmenlerin, psikolojik danışman ve rehberlerin, öğrencilerin ve velilerin duygu devrimi mümkün değil. Bu cümlede okullarda kelimesinin yerine iş yerlerinde ile başlayan değişiklikler yaparsanız, iş hayatı açısından da klişenin klişelikten nasıl çıkacağına ilişkin bir ipucu olabilir.
Ülkemizdeki Emotionally Intelligent Leadership in Education (Eğitimde Duygusal Zeka ile Liderlik) eğitimini 23-24 Kasım 2016’da gerçekleştirmeyi planladık. Duygularının farkında ve duygularını yönetebilen açık zihinli yeni kuşaklara “yol” açacak bir duygu devrimine doğru ilk adım.