Çocuğun gelişimini anne-baba başlatır, çocuk büyüdükçe toplum okul gibi kamusal kurumlar aracılığıyla katkı verip çocuğun gelişiminin hak ettiği noktaya erişebilmesi için gerekli olanakları sağlayarak sürdürür. Okul ders yapılan bir yerden ibaret değildir; bir toptan gelişim alanıdır.
2015’te yapılıp geçtiğimiz hafta içinde yayımlanan PISA değerlendirmelerine öğrencinin sosyal ve duygusal gelişimine ilişkin soruların eklenmiş olması, okulun sadece akademik değil duygusal, fiziksel ve sosyal gelişimdeki rolünün artan önemini yansıtıyor. Belki de dünyanın içinde olduğu karmaşık ve çapraşık durumdan çıkış yollarından birisi çocuklarımızın duygu dünyasında zenginleşme ve farkındalığı sağlamaktan, çocuğun fiziksel ve ruhsal sağlığının bilişsel/akademik gelişiminin ayrılmaz zemini olduğunu akılda tutmaktan geçiyor.
PISA’nın akademik ve bilişsel gelişime ilişkin bulguları, her ülkenin kendi eğitim uygulamalarına ilişkin bir geri bildirim olarak görülüyor. Son araştırmaya eklenmiş olan iyilik hali (wellbeing) soruları sağlık ve eğitimin, ruh sağlığı ve fiziksel sağlığın içiçeliğini ortaya koymakta.
Her anket ve araştırma sonucunu olduğu gibi bu sonuçları da ihtiyatla yorumlamak, “en mutsuz bizmişiz” gibi kestirme sonuçlara atlamadan, “sistem bozuk” tipi genellelemelerin kolaycılığına kapılmadan bulguları ciddiye alan yeni yaklaşımlar düşünüp geliştirmek gerekiyor. Bu kısa yazıda anket bulguları arasından öne çıkan memnuniyetsizlik (mutsuzluk ile ilişkili ancak biraz farklı, tatmin olmamayı içeren daha somut bir durumu işaret ediyor) ile stres/motivasyon ilişkisini anlamaya çalışacağım.
Duygusal gelişim sorularına yanıt veren 53 ülke arasında ülkemiz öğrencileri “en memnuniyetsiz”. Türkiye’den katılan öğrencilerin neredeyse yarısı (%48) “hayatından tatmin olmuyor, memnun değil”. Çin, Kore gibi ayıklamacı sınavlar yapan ülkelerin öğrencileri de ülkemizdekilere yakın oranda memnuniyetsiz.
Ülkemiz öğrencilerinin 2 özelliği daha var: 1) “iyi hazırlansam bile kendimi bir türlü hazır hissedemiyorum”: kaygı ve stres düzeyi en yüksek olan birkaç ülkeden birisi, 2) “sınıfımın en iyilerinden birisi olmalıyım”: rekabetçiliği en yüksek birkaç ülkeden birisi. Üstelik, bu özellikleri taşıyan bir çok başka ülke öğrencisinden farklı olarak başarısı oldukça düşük. Kaygı ve stres ile başkalarının önüne geçme “gerekliliği” bir araya gelince başarı iyice düşüyor.
Genel sonuçlara baktığımızda, sosyal ve duygusal gelişimin yolunda gitmesi aile ve arkadaş ilişkilerini ve hayattan tatmini olduğu kadar akademik başarıyı da etkiliyor. Problem başarılı olmayı istemekte değil; başarılı olma arzusunu en güçlü hisseden, “en motive” öğrenciler “hiç motive” olmayanlara gore en az 1 yıl daha öndeler.
Başkasıyla yarıştıkları için değil, “o işi, o dersi yapmaya ilgi duydukları ya zevk aldıkları” için motive olanlar aşırı bir kaygı hissetmiyorlar. Oysa, sınıfın en iyilerinden birisi olmaları gerektiğini düşünen, başarıyı başkasına göre tanımlayan yüksek rekabetçiler yoğun kaygı ve stres içindeler. Başarmak ve iyi yapmak için değil kazanmak ve mükemmel olmak için çabaladıkça başarıları dibe vuruyor.
Kendisinin ve başkalarının duygularının farkında olan, duygularını yönetebilen duygusal zekası gelişkin öğrenciler kaygı ile başa çıkabiliyorlar. Bu akademik, sosyal ve duygusal gelişime yansıyor.
Ülkemizde YDY Araştırma ile Yale Center for Emotional Intelligence işbirliği ile eğitim liderlerinden oluşan 1253 kişilik bir grupta Şubat 2017’de gerçekleştirdiğimiz bir araştırma eğitimcilerin sosyal ve duygusal gelişim ile başarı arasındaki bağlantıyı gayet net bir biçimde kurduğunu gösterdi. Eğitim liderleri okullarda sosyal ve duygusal gelişim amaçlı okul çapında uygulanacak programlara ve gençlerin kolayca erişebileceği yenilikçi eğitim araçlarına olan ihtiyacı belirttiler.
Öğrencilerde öncelikle empati, başkasının ve kendisinin duygularını anlayabilme, başkalarının davranışının nedenlerini doğru biçimde kestirebilme gibi yetilerin gelişmesini amaçlayan bu programların okul yöneticileriyle başlayan, okulun öğretmen ve personelini, anne-babalarını ve öğrencileri kapsayan bir nitelikte olmasına gerek var. Duygusal zekaya dayalı okul dönüşüm programları bu hedeflere erişmeyi sağlayacak liderlik yetilerini kazandırmayı ve sürekli kılmayı amaçlıyor. Ülkemiz okullarının sosyal ilişkiler ve duygusal olgunlaşmaya katkıyı birincil görev olarak benimseyip üstlenmesi toplumsal ilerleme ve akademik başarı kadar kişisel mutluluklar için de bir büyük adım olacak.