Kaynak: Çocuklu Hayat (sayfa 75-77)
Yaşça, cüssece, toplumsal statüce veya sayıca üstün bir kişi ya da grubun, kendisinden daha zayıf olana yaptığı her türlü zorlama ve aşağılama, zorbalık olarak kabul edilebilir.
Konuyu kabullenmek istemeyen birisinin yapacağı itiraz şu olabilir: “Çocuklar birbirine kötü davranabilir. Şişko ya da gerzek gibi sıfatlarla aşağılayabilir, birbirlerini itip kakabilirler. Size hiç olmadı mı ya da siz hiç yapmadınız mı? Bırakalım, çocuklar kendi aralarında halletsinler, özgürce…”
Kendi aralarında (büyükler karışmadan) ve özgürce terimlerinin ilavesi bu ifadeyi itiraz edilemez kılabilir, en azından başlangıçta. Özgür olmanın sorumsuzlukla sıkça karıştırıldığı bir kültürde, özgürlüğün 1930’ların faşistlerinin dilinde de pek yaygın olmasını hatırlatmak ne işe yarar?
Okulların bazılarında güçlünün güçsüzü ezmesini doğallaştıran yaklaşımların dayanak noktalarından biri, “Özgür bırakalım”, “Bunlar çocuk”, “Olur böyle şeyler” ya da “Kendileri halletsin” tutmadığında, zorbalığa uğrayanın bir biçimde bunu hak ettiği, hak edecek tahrik edici davranışlarda bulunduğu oluyor.
Zorbalığa uğrayan çocukların bir kısmı ya farklı, ürkek, tutuk çocuklar ya da görünüşte aktif ve agresif, bazen takıntılı ya da asabi, ama bu davranışlarını kontrol edemediği, bir plan ya da kasıtla hareket etmediği aşikâr olanlar. Çok kişinin antipatik bulabileceği, “Ama o da öyle olmasaydı ya da öyle davranmasaydı” diyeceği çocuklar.
Böyle olmalarının başkalarına onlara efelenme ya da onları ezme hakkını verdiği söylenebilir mi?
Çevreye şöyle baksanız, okullarda ya da toplumun birçok kesiminde, benim zorba diye tanımlayabileceğim davranışları sergileyenlerin genellikle okulun ya da ülkenin “gurur duyduğu” kişiler sayıldığını görebilirsiniz. Güçsüz, garip ve azınlıkta yalnız olanların neden öyle olduklarının ve öyle olmalarının neden çoğumuzun otomatik olarak sinirine dokunduklarının değerlendirmesini başka bir zaman yapalım. Ama hangi noktada olduğumuzu bilsek iyi olmaz mı?