Okulda her ders arasında hangi takıma alınmayacağı tartışılan (ama futbol oynama arzusundan da vazgeçmeyen) küçük çocuk, topa nasıl olup da vuramadığını hep bir olup suratına haykıran sınıf arkadaşlarının tiksintili öfkesinden nereye kaçacağını şaşırdığı günlerden birisinde defterine “kendimi karınca gibi hissediyorum” diye yazdı. Yazdığı notu okuyan babası, şaşkın kızgınlığını bir kenara atmayı her nasılsa başararak, “nasıl bir karınca?” olmak istediğini sordu. “Zehirli bir karınca olmak isterim. Beni yemek isteyenleri zehirlerim”.
İstanbul’da düzenlenen bir ‘okul ruh sağlığı sempozyumu’nda okulda şiddet teması çerçevesinde birçok konu ele alındı. Sempozyumda okulların psikolojik danışmanlık birimlerinin şiddeti önlemeye dönük projelerini sergiledikleri forumlar, Türkiye ve başka ülkelerden çocuk ve ergen psikiyatrisi ve psikoloji alanından uzmanların yaptığı konuşma ve çalışma grupları yer aldı. Basitçe ‘zorbalık’ diye Türkçe’ye çevirebileceğimiz ‘bullying’ üzerine olan konuşmaları yapan Young Shin Kim ve Bennett Leventhal’in Kore ve ABD’de yürüttükleri araştırmalarına dayanarak hazırladıkları seminerlerinde birkaç nokta ön plana çıktı:
1. Zorbalığa uğrayanlar, sonradan başkalarını ezerek durumu toparlıyor gözükseler de, ruh sağlıklarındaki bozulma pek değişmiyor.
2. Zorbalık yapanların herhangi bir tanımlanabilir ruhsal bozukluğu yok; diğer bir deyişle, psikolojik durumlarını zorbalıklarının bir mazereti sayamıyoruz.
3. Tek şartla, daha önce zorbalığa uğradıklarını biliyorsak, bu bir açıklama olabilir.
Burada zorbalık kavramı üzerinde bir sözbirliği oluşturalım: ortada bir güç dengesizliği olması şart. Yaşça, cüssece, toplumsal statüce veya sayıca üstün bir kişi ya da grubun, kendisinden daha zayıf olana yaptığı her türlü zorlama ve aşağılama, zorbalık olarak kabul edilebilir.
Konuyu kabullenmek istemeyen birisinin yapacağı itiraz şu olabilir: “Çocuklar birbirine kötü davranabilir. Şişko ya da gerzek gibi sıfatlarla aşağılayabilir, birbirlerini itip kakabilirler. Size hiç olmadı mı ya da siz hiç yapmadınız mı? Bırakalım, çocuklar kendi aralarında halletsinler, özgürce…” kendi aralarında (büyükler karışmadan) ve özgürce terimlerinin ilavesi bu ifadeyi itiraz edilemez kılabilir, en azından başlangıçta. Özgür olmanın sorumsuzluk ile sıkça karıştırıldığı bir kültürde, özgürlüğün 1930’ların faşistlerinin dilinde de pek yaygın olmasını hatırlatmak ne işe yarar? (“Arbeit macht frei”, üstelik bunda hem emek/çalışmak hem özgür kelimeleri var)
Zorbaca davranışların ve tutumların, birbirine denk çocuklar arasındaki itişme kakışmaların veya laf atmaların ötesinde olduğunu belirteyim. Güç dengesizliğinin belirleyici bir önemi olan durumlarda, yetişkinlerin güçsüz olanı korumak gibi bir sorumluluğu doğduğunu yadsımak kolay… Okulların bazılarında güçlünün güçsüzü ezmesini doğallaştıran yaklaşımların dayanak noktalarından birisi (“özgür bırakalım”, “bunlar çocuk”,”olur böyle şeyler” ya da “kendileri halletsin” tutmadığında) zorbalığa uğrayanın bir biçimde bunu hak ettiği, hak edecek tahrik edici davranışlarda bulunduğu oluyor.
Bu açıklamanın bir tür gerçeklik payı taşıdığını söyleyebilirim; zorbalığa uğrayan çocukların bir kısmı ya farklı, ürkek, tutuk çocuklar ya da, görünüşte aktif ve agresif, bazen takıntılı ya da asabi, ama bu davranışlarını kontrol edemediği, bir plan ya da kasıt ile hareket etmediği aşikar olanlar. Çok kişinin antipatik bulabileceği, “ama o da öyle olmasaydı ya da öyle davranmasaydı” diyeceği çocuklar.
Böyle olmalarının başkalarına onlara efelenme ya da onları ezme hakkı verdiği söylenebilir mi? Herkesin devamlı ‘hassasiyetler’den, ‘kendi kutsalına’ dokunulmaması gereğinden (“başkalarınınkine dokunulabilir” olarak okuyabiliriz) söz edip, saldırganlığına bunu mazeret kıldığı bir ortamda, okul çağındaki güçsüz, azınlıkta, hatta tek başına olan çocukların ezilmesine, hoyratça bile değil gaddarca kötü muamele görmesine ses çıkartmak dolaysız zorbalığa uğramasanız bile dışlanmanız için bir sebep olabilir.
Çevreye şöyle baksanız, okullarda ya da toplumun birçok kesiminde, benim zorba diye tanımlayabileceğim davranışları sergileyenlerin genellikle okulun ya da ülkenin ‘gurur duyduğu’ kişiler sayıldığını görebilirsiniz. Güçsüz, garip ve azınlıkta/yalnız olanların neden öyle olduklarının ve öyle olmalarının neden çoğumuzun otomatik olarak sinirine dokunduklarının değerlendirmesini başka bir yazıda yapalım. Ama hangi noktada olduğumuzu bilsek iyi olmaz mı? “Bizde olmaz” diye başlayan yiğitlik söylemini bir kenara bırakıp, zorbalığa hayatımızda meşru bir yer açıp açmadığımızı irdeleyerek noktamızı aramaya başlayabiliriz. Karıncaları ezmeye devam etmek istemiyorsak…