Geçtiğimiz hafta Darüşşafaka Lisesi 11. sınıf öğrencilerinin çağrısıyla bir söyleşiye katıldım. Müthiş sorular, samimi bir dikkat, genç olmanın en güzel özelliklerini barındıran bir ruh haliyle karşılaştım. Yazılarımda ya da konuşmalarımda neredeyse her zaman üzerinde durduğum okurlarım için fazlasıyla malum konulardan bahsettim önce. Oğlumun deyişiyle, “ayı’nın bildiği üç kelime, ikisi armut” tanımına sadık kalarak ilerledim (Meraklı okur için: buradaki armut, ‘beyin ve insan gelişimi’ oluyor).
Önce beyin gelişiminin her yaş döneminde farklı sürat ve dağılımda gerçekleştiğini söyledim. Beynin kabuğu (gri maddelerden oluşma korteks) maksimum kalınlığa ulaştığı 5-7 yaşlarından başlayarak nerede en kalınsa oradan incelme eğilimine girer. Eğitim süreci beyinin bu en dış ve en analitik tabakasının incelmesini bir hamurun yufkaya dönüşmesi gibi inceltir. Dış tabaka inceldikçe gelişkinleşir. Bu incelme her bölgede eşit zamanlı olmaz, genellikle arka bölgeler ön bölgelerden daha önce incelmelerini tamamlarlar. İncelmesi tamamlanan her beyin bölgesi beynin diğer alanlarıyla ortak ve karşılıklı işlevler için gerekli olan bağlantıları beyaz madde adı verilen uzun lifler aracılığıyla kurarlar. Beynin en son gelişen (‘incelen’) kabuk bölgesi kontrol ve planlamadan sorumlu ön bölgesidir. Bu bölge ne kadar gelişkin olursa olsun, beynin dürtüleri “üreten” diğer bölgeleri üzerindeki etkisi aradaki bağlantılar sonradan geliştiği için, davranışları denetleyebilirliği 16 yaşından önce pek belirgin değildir. Denetim görevini yapabilmesi neredeyse 20’li yaşları bulur denebilir. Beyin işlevleri ile ruhsal işlevler arasındaki örtüşmenin en açık olduğu alanlardan birisi olan dürtü kontrolünün ‘tam’ olması (varsayımsal olarak!) yirmilerden önce olmayınca, bunun işlevsel sonucu ne olabilir?
Dürtülerimiz alıp başını gittiğinde getireceği riskleri 18 yaşındaki bir gence sorduğumuzda (salondaki öğrencilerin yaşlarının ortalama 18’di!) hemen herkes neler olabileceğini (özellikle istenmeyen durumlar, kazalar, zarar verici olabilecek alışkanlıklar gibi) pek güzel tahmin etti. Daçka’lı öğrencilerle konuşmamda da verdiğim sigara örneğini sıkıcı olmak pahasına paylaşayım; ergenliğe kadar sigaranın zararlarını seminerlerle, filmlerle vb ezberlettiğimiz gençlerin ergenlikle beraber bu bilgileri “sigara zararlı mıdır?” sorusuna cevap verirken “evet çok zararlıdır” deyip biraz ileride “bir sigara versene” demelerinde ne görürsünüz? Beynin önbölgesi ne kadar doğru muhakeme ederse etsin (evet sigara zararlıdır), dürtüleri kontrol bağlantıları oluşturacak kadar gelişmemiş olduğundan ötürü (ama benim canım istiyor!) eylem üzerinde söz sahibi olan dürtüler olur. En azından önemli bir kesimde. 18 yaş civarında daha önceden başladığı zirve noktasına ulaşan ‘risk tercihi’ davranışı 20’lere doğru inişe geçer. Dürtü sistemi ile muhakeme/kontrol sistemi biribirine bağlandığında riskli sayılan (ama gönlümüzden öyle geçtiği, içimizden öyle geldiği için yaptığımız) eylemler azalır. Olgunlaşırken, içimiz ile dışımız farklılaşmaya başlar.
Üstelik içimizden gelen sadece mutlak riskli şeyler (sigara içmek, tehlikeli araç kullanmak gibi) değildir; akla ilk onlar gelse de… Sevdiğimiz bir uğraş için anne-babamızın pek onaylamadığı bir bölümde okumak, yakın bir arkadaşımız için cebimizdeki son kuruşu vermek, inandığımız bir fikir uğruna geleceğimizi tehlikeye sokacak şeyler yapmak, sevdiğimiz bir şairin bütün dizelerini ezberlemek, doğru bildiğimizi savunmak için bütün sınıfa karşı ve dışlanmak pahasına kendi görüşümüzü ortaya koymak… Bir anlamda “sınırsız özgürlüğü” kimselere yanaşmadan, yaltaklanmadan elde etmek, bir süreliğine de olsa.
Her ne kadar ben risksever gençliği özgürlükçü ve gözüpek gibi çizsem de, bugün gençliğini çoktan geride bırakmış olanlar günümüz gençliği ile ilgili yorum yaptıklarında (hele Gezi’den önceki dönemde) yeni kuşağın gençliğe özgü sayılan hiç bir karakteristiği göstermediğini söylemekteydiler. Bu görüşü çoğumuz benimseyebiliriz; gençleri tarif ederken kullanılan deyimleri aktarırsam, “apolitik, bazen aşırı tutucu, bazen umursamaz ve havai, materyalist ve dijital tiryaki” gençlerin neresi “risk sever” diye soranlara yanıt vermek zor.
Durum böyle çelişkili ve karışık olunca, 18 yaşındakilerin kararlarını, örneğin seçimlerde oy kullanım örüntülerini, beyin gelişim özelliklerinden giderek nasıl tahmin edebiliriz? Tek tek beyin gelişim özellikleri ile davranışlar arasında bağlantı kurmak zaten pek mümkün değil; ancak, eğitim düzeyi, muhakeme, dürtü kontrolu ile beyin gelişimi arasındaki toplam bağı düşünerek bazı yordamalar denenebilir. Gençler arasındaki farkın risk alıp almamakta olduğunu sanmıyorum. Hepsinin değişen ölçülerde de olsa riske yatkın olduklarını varsayarak hangi riskleri almaya açık oldukları üzerinden düşünelim.
Gençlerin bir bölümü (seçimde oy kullanma esnasında) riski alırken kendileriyle sınırlı olmayan bir genel daha iyiye gidiş için, bir bölümü ise kendilerine daha fazla getiri (ya da daha az kayıp) için hareket edebilirler. Her iki grup da yaşa özgü risk alma arzusunu bir biçimde tatmin ederek, ancak farklı sonuçlara doğru yönelecek şekilde karar verebilir.
Sorular bitmez: Beyin gelişimi ve muhakemesi daha iyi düzeyde olanlar ile daha az gelişim imkanı tanınmış olanlar arasında bu çerçevede bir fark var mıdır? Beyni küçük yaştan yıkanmış olarak büyüyen, bir anlamda beyinsel gelişim zenginliği oluşmaksızın yetişen çocukların gençliğinin alacağı riskler neler olabilir? Risk eğer bir kaybetme duyarlılığı ise, riskseverlik de kaybetmenin eşiğine gelmeyi göze alarak kazanmaya odaklıysa, en risksever olanlar nasıl hareket edecektir?
Ben başkalarıyla olan ilişkinin (onlarla beraber ile onlar için arasındaki ayrımın önemini hatırlatarak) gençlerdeki etkisinin güçlü olmasını beklerim. Azınlıkta kalmayı göze almak gençlikteki dürtülere bakarsak, en riskli işlerden birisidir. Dürtülerin bir bölümünün gençleri gruptan kopmamaya, hayatlarını başkalarıyla beraberce hareket ederek yaşamaya yönlendirdiğini düşünürsek, attığımız oy belli olmasa bile, herkesle (çoğunlukla) beraber ve aynı olmama olasılığını risk olarak gören gençler, bu dürtülerine boyun eğmeme (ve kaybeden olma) riskini mi alacaklardır? Yoksa, bu riski almayıp, sıradanlık, dürtülerine boyun eğmiş olma (kazanan, ama gençliğinin ruhunu yaşamadan kaybetmiş olma) riskini mi tercih edeceklerdir? Cevabı rüzgarda olan bir soru…