Geçenlerde İzmir’de bir fabrika/işyerine sohbete gidiyorum diye evden çıkacaktım ki…Oğlumun ‘baba nereye gidiyorsun?’, benim ‘konuşma yapmaya’, oğlumun ‘ne anlatacaksın ki?’, benim ‘ya bildiğin şeyler, davranış, beyin, insan gelişimi, karar vermek filan’, oğlumun ‘ha anladım, evet, ne demişler, ‘ayının bildiği 3 kelime, 2’si armut’ demesiyle özetlenen bir konuşma geçti.
Her neyse, gittiğim yerde iyi ağırlanma yanısıra zihinleri pırıl pırıl genç ve daha az genç insanlarla gün boyu sohbet: daldan dala, “anında eğitici”liği düşük, beyin hücresi değilse de bölgesi uyarıcılığı daha yüksek bir konuşmalar dizisi.
O günkü konuşmalarda, daha önce de bir çok kez düşünmüş olduğum gibi, iş ve çalışma hayatının ‘özel’ hayatın ta kendisi ancak başka bir yüzü olduğuna bir kez daha karar verdim. Iş hayatına dönük eğitim ve danışmanlık çalışmalarının özünde kişinin “özel”likleri ile iş’in gerekleri arasındaki bağdaşmanın, eşler arasındaki uyum ya da anne-baba ile çocuk arasında bağlanmada olduğu gibi, bu uyum için gereken çabayı göstermeye gönüllü olmak var. Gönüllü olmak ya da gönül vermek tutku ve sevgi gibi yoğun duyguları akla getirirse, iş hayatı ile bu romantizmin ne alakası var diye de düşünebilirsiniz.
Freud’a yakıştırılan (alıntısını tam net veremediğim için böyle diyorum) ve kendisinin de itiraz etmeyeceğini düşündüğüm görüşündeki gibi insana insan olduğunu hissetiren ve karşılanması gereken iki ihtiyaç var: sevmek ve çalışmak.
Bu ihtiyaçları aklında tutan işyerlerinde mutlu olunabilir.