(1997 Aralık, Marmara Tıp dergisi için röportaj, tıp öğrencisi Dilek Bangir Doç. Dr Yankı Yazgan’a soruyor)
Merhaba! Hepimiz Tıp fakültesine pek çok hayallerle geldik, ama öğrenimimizin bundan sonraki kısmıyla ilgili kafamızda yanıt bekleyen sorular var. İşte bu sayımızda bu sorulara yanıt aramaya çalıştık. Marmara Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Yankı Yazgan yoğun temposunun arasında bize de zaman ayırarak sorularımızı cevapladı.
Dilek Bangir: Yankı Yazgan kimdir?
YY: Ben şu anda Psikiyatri Anabilim Dalı’nda öğretim üyesiyim. Psikiyatri ve çocuk psikiyatrisi ihtisas eğitimi gördüm. Daha ziyade araştırmacı yanımla da tanınan birisiyim. Özellikle de çocuklukta başlayıp erişkin yaşlarda da devam eden çeşitli davranışlar üzerinde çalışıyorum; örneğin tikler, takıntılar, dikkat eksikliği gibi… Bir takım genetik faktörler ve çevresel koşulların bu davranışlar üzerindeki etkileriyle ilgilenen birisiyim.
Dilek Bangir:İhtisasa eğitiminizi yurt dışında yaptığınızı biliyoruz…
YY: Evet, genel psikiyatri eğitimimi Marmara Üniversitesi’nde, çocuk psikiyatrisi ihtisasımı ise Yale Üniversitesi’nde yaptım.
Dilek Bangir: Hangi vesileyle yurt dışına gittiniz?
YY: Yale Üniversitesi’ne önce klinik araştırma eğitimi yapmak için gittim. Bir buçuk yıl araştırma eğitiminden sonra USMLE imtihanlarını geçip çocuk psikiyatrisi asistanlığına girdim. “Neden Amerika?” diye sorarsanız; bu işin en iyi yapıldığı yer orası çünkü.
Dilek Bangir: Bu USMLE imtihanından biraz bahseder misiniz?
YY: USMLE sınavı ABD’de klinik alanlarda eğitim görmek isteyen yabancı doktorlar için ECFMG denen kurumun koyduğu bir sınav. Son aşaması lisandan oluşan üç basamaklı bir sınav. İlk iki basamağı geçen ABD’de ihtisas ve üst ihtisas yapma hakkı kazanır, üçüncü basamak lisans hakkı getirir. Bu yabancı diplomaların Amerika’daki eşdeğerliliğini kanıtlayan bir sınav.
Dilek Bangir: Türkiye’de ve Amerika’daki öğrenim hayatınızda nelerle karşılaştınız? Bu iki eğitimi bize kıyaslayabilir misiniz?
YY: Tabii. Yale Üniversitesi’nde tıp öğrencilerinin ve benden daha alt asistanların eğitiminde bizzat görev aldım, yakından gözleme fırsatım oldu. Oradaki tıp eğitiminde sınav sisteminin bizimkinden oldukça farklı olması beni çok etkiledi. Daha ziyade küçük gruplar halinde, seminerler şeklinde ders görüyorlar. Çeşitli sınavlar var, fakat bu sınavlardan alınan sonuçların sınıf geçmeyle bir ilgisi yok. Sınıf geçmek için 2. ve 4. Sınıfların sonunda Amerika çapında yapılan sınavlarda geçer not almak gerekiyor. Sene içinde pek çok dalda sınav yapılıyor ve sonuçlar yalnız öğrencinin kendine bildiriliyor; kendisini ölçmesi amacıyla. Bu Yale’deki sistem tabii. Farklı üniversitelerde farklı sistemler var, fakat Yale sınav sistemi örnek gösteriliyor, en seçkin tıp fakültelerinden biri olması nedeniyle. Bir de orada öğrencilerin özellikle araştırmalara katılmaları bekleniyor. ABD’de 4 yıl tıbba hazırlayan kolej eğitimi ve 4 yıl tıp eğitiminin kendisi olmak üzere toplam 8 sene öğrenim görülüyor. Ama pek çok kişi sırf araştırma yapmak için bu eğitimlerini bir ya da iki yıl uzatabiliyorlar. Çünkü araştırma projelerinde çalışmış olmak iyi bir kurumda ihtisas yapmak için aranan şart. Öğrencilerin araştırma yapmaları orada öğretim üyeleri tarafından çok fazla destek görüyor.
Dilek Bangir: Neden psikiyatri?
YY: Lise yıllarında beynin nasıl işlediğine ve davranışlarımıza nasıl yön verdiğine kafayı takmıştım. Biyoloji ve psikiyatri kitaplarını okumaya başladım. Bu konuya en iyi yanıtın beyin bozukluklarıyla ortaya çıkabilecek sonuçları görmekle olabileceğini anladım. Bunun için de önce tıp fakültesine girmem gerekiyordu.
Dilek Bangir: TUS’taki tek tercihiniz psikiyatri miydi?
YY: Ben 1983’te mezun oldum. Daha sonra askerlik ve mecburi hizmet yaptım, Kasım 1986’da psikiyatri asistanlık sınavına girdim. TUS sistemi 1987’de başladı, yani benim zamanımda yoktu. Biz tek tek her üniversitenin kendi bünyesinde hazırladığı sınavlara giriyorduk. Bazen 10-15 sınava giren bile oluyordu. Yalnız ayrıcalık, torpil gibi olaylara sık rastlanıyordu. Dedeler, babalar, oğulların aynı klinikte çalışması kolay kolay olan bir şey değil tabii. Ben o dönemde Türkiye’deki çeşitli psikiyatri kliniklerini araştırdım. Marmara Üniversitesi’nin psikiyatri bölümü o zaman daha yeni gelişmekte olmasına rağmen yönetim ve eğitim bakımından gözüme en bilimsel gözükendi. Bu yüzden bir tek buraya başvurdum.
Dilek Bangir: TUS hakkında ne düşünüyorsunuz?
YY: Ben TUS sınavını geçmişle karşılaştırma imkanına sahibim. Kendim girmedim ama eşim, kardeşim girdi, onlardan biliyorum. Biz öğrencilik yıllarımızda bir takım adaletsizlikleri ortadan kaldırmak amacıyla böyle bir sınav olmasını isterdik; çünkü arkası desteği olmayan birisinin seçkin kliniklere girmesi çok zordu. TUS bu konuda ciddi bir değişiklik yaptı. TUS’ta da tabii çalışma ve hazırlanma açısından zorluklar var. Diğer yandan TUS sınavına yılda 1-2 defa katılabiliyorsunuz. Eski sistemde yılın her zamanı istediğiniz kadar (ama haberiniz olursa) sınava girme şansınız vardı. Bunları takip etmek zor oluyordu tabii. Bazen hiç bilinmeyen bir gazetenin alt köşesinde yer alan ilanı ancak 1-2 kişi okuyor ve katılıyordu. TUS’un bir getirisi olarak sayılabilir belki; uzmanlaşma gereksinimi de arttı. Pratisyenlik formasyonu yetersiz hale geldi. Dolayısıyla tıp fakültesi öğrencisi okulun son yıllarını bu sınava çalışmakla geçiriyor.
Dilek Bangir: Aramızda da yırt dışına gitmeyi düşünen arkadaşlarımız olabilir. İzlemeleri gereken yol konusunda neler söyleyeceksiniz?
YY: Önce tabii amacınızın ne olduğu önemli. Sadece daha iyi bir yaşam arayanlar için hangi alanda uzmanlık yapacakları çok fazla fark etmeyebilir. Türkiye’de de çok seçkin klinikler var tabii fakat ABD’de asistanlık eğitiminin çok daha iyi koşullarda yapıldığını söyleyebilirim. Bunun için USMLE sınavına katılmak gerekiyor. Bu sınav İstanbul’da da yapılıyor. Bunun için de tabii iyi bir araştırma yapmalı. ABD’de her üniversite iyi diye bir şey yok. Seçiminizi iyi yapmalısınız. Ayrıca yüksek puan almak da şart. Ne istediğinizi bilmek çok önemli. Bunun yanında da bir takım araştırma programlarına katılmış olmak gerekiyor; çünkü yapılan yayınların pozitif getirisi var. Geleneksel olarak, yabancıların girmesi açısından cerrahi branşlar dahiliye branşlara göre daha zor, çünkü kotalar sınırlı. Zaten son yıllarda ABD yabancı doktorların gelişini kısıtlamaya yönelik önlemler almış durumda. Bunun yanında psikiyatri, patoloji ya da pediyatri gibi alanlarda doktor açığı da var. Son zamanlarda radyolojiye olan talebin de düştüğünü görüyoruz.
Dilek Bangir: Peki bizim üniversitemizi gerek temel tıp eğitimi gerekse uzmanlık eğitimi açısından nasıl buluyorsunuz?
YY: İngilizce eğitimin getirdiği fayda ve problemler var. Günümüzde İngilizce bilmeyen doktor kabul edilemez bir şey ama tıp eğitimini kendi ana dili dışında yapıyor olmak bu eğitimin verimliliğini azaltabiliyor, yavaşlatabiliyor. Öğretim üyelerinin tecrübelerini tam olarak aktarmalarını ve bazen anlaşılmalarını kısıtlayabiliyor. Bu büyük problemlerden birisi. Ama eğer İngilizce bilmemek bunun alternatifi olacaksa tabii, bu da tercih edilecek bir şey değil. Üniversitemizde verilen ihtisas eğitiminin oldukça iyi olduğunu başvuranların TUS puanlarından anlayabilirsiniz.
Dilek Bangir: Psikiyatride en yüksek TUS puanı hangi üniversiteye ait?
YY: TUS’tan TUS’a değişiyor. Pek çok sınavda bizim üniversitemiz olduğunu söyleyebilirim; ama bizim de kadro sorunumuz var. Bazı sınavlarda kendi mezunumuz olan çok parlak öğrencileri alamadığımız oluyor. Bu konuda fakülte yönetimi duyarlı davranmayabiliyor.
Dilek Bangir: Araştırma yapmanın Türkiye’de ve ABD’de zorlukları nelerdir?
YY: Türkiye’de kolay olmadığı kesin. Türkiye’de bir öğretim üyesinden araştırma yapması kağıt üzerinde isteniyor görünürken, pratikte lüks olarak kabul ediliyor. Klinik branşlarda hasta yükü ve ciddi olarak maaşların çok düşük olması doktorların özel muayenehane hekimliğine yönelmelerine neden oluyor. Bu da onların araştırma ve bilimsel faaliyete ayıracakları zamandan çalıyor. Ancak başka kaynaklardan geçimini güvence altına almış kişiler zaman ayırabiliyor. Yani araştırma yapmak adeta varlıklılara özgü bir ayrıcalık olma yolunda.
Dilek Bangir: ABD’de kalmayı hiç düşündünüz mü?
YY: Düşündüm. Ama neden kalmadınız derseniz, işin içinde biraz idealizm var. Benim Amerika’ya onun bana ihtiyacı olduğundan daha fazla ihtiyacım vardı. Orada yaptığım işler dolayısıyla yeni bir pozisyon alma şansım olmasına rağmen kimilerine göre akılsızca bir hareket olarak Türkiye’ye döndüm. Diğer yandan kendimi borçlu hissettiğim bir takım şeyler vardı. Ben Yale Üniversitesi’nin kendi kaynaklarıyla öğrenim gördüm. Türk Hükümeti’nden bir yardım almadım. O zamanki dekanımız Atıf Bey’den ve bölüm başkanımız Esat Göktepe’den bir kadro tahsisi için destek görünce heveslenip geldim. Yale Üniversitesi’nde ziyaretçi öğretim üyeliğim de devam ediyor. Yılda iki defa gidip geliyorum. Zor bir karardı, pişman değilim. Buradaki öğrenci ve öğretim üyesi arkadaşlarla etkileşimim beni bu kararımdan memnun kılıyor. Diğer yandan çeşitli alanlarda karşılaştığımız zorluklar zaman zaman yıldırıcı olabiliyor.
Dilek Bangir: Ne kadar süreyle kalmıştınız Yale Üniversitesi’nde?
YY: Üç buçuk yıl.
Dilek Bangir: Peki beyin göçü hakkında ne düşünüyorsunuz?
YY: Beyin göçü bizim en büyük sorunlarımızdan biri, fakat orada olmayıp da burada olunduğunda aynı insanlar aynı verimliliği gösteriyorlar mı diye soracak olursanız; benim verimliliğimde oldukça büyük düşüş oldu. Sadece giden arkadaşlarımızı geri çağırmak değil, buradaki organizasyonu ve kafalarımızı değiştirmek gerekiyor.
Dilek Bangir: Uzmanlık eğitiminden sonra doçent veya profesör olma yolları nelerdir?
YY: Uzmanlık eğitimini bitirdikten sonra bir süre o konuda çalışmanız bekleniyor. Uzmanlık bir mesleki derece. Belli bir konuda daha iyi bildiğinizi gösteren bir şey. Doçentlik ise akademik bir derece. Yani bir doçent işinde uzmandan daha iyidir diye bir şey yok. Sadece eğitimci ve araştırmacı kişiliğinizle ön plana çıkmış oluyorsunuz. Teorik olarak böyle, fakat pratikte böyle olan, olmayan pek çok insan var tabii. Uzmanlık eğitiminizden sonra belli bir alanda sivrilirseniz o konuda yayınlar yapıyorsunuz. Konuşmalarınız, araştırmalarınız olabiliyor. Daha sonra bir doçentlik sınavına giriyorsunuz. Bu uzmanlık eğitiminden yaklaşık 4-5 yıl sonra oluyor.
Dilek Bangir: Yıl sınırı var yani…
YY: Bu resmi bir sınır değil, fakat zaten bir takım şeyleri yapabilmek için bu kadar zamana ihtiyacınız var. 1-2 yıl içinde girenler olduğu gibi, çok geç katılanlar da oluyor. Yanlış hatırlamıyorsam üç hak var bu sınava girmek için. Yayınlarınızın yeterli bulunmasını gerektiren ve daha sonra da bilginizi ölçen iki aşamalı bir sınavdan geçiyorsunuz. Sırf muayenehanenizde yaptığınız araştırmalarla da doçent olmak mümkün. Profesör olmak için yıl sınırı var; doçentlik kadrosunda beş yıl çalışmış olmak gerekiyor. Çalışmanızın seviyesini düşürmemiş olmanız bekleniyor. Fakat sınav yok. Profesör olmak için üniversitede çalışıyor olmak şart; ama bir devlet hastanesinde, bir özel hastanede, bir sigorta hastanesinde ya da bir muayenehanede çalışarak da doçent olunabilir.
Dilek Bangir: Sizin yaptığınız araştırmalar hangi konularda?
YY: Benim yaptığım araştırmaların bir kısmı MR’da boyutlarını ölçtüğüm beyin bölgeleriyle bazı davranışlar ve bu davranışları ölçen testler arasındaki ilişkiler üzerineydi. Örneğin beynin iki bölgesini birbirine bağlayan corpus callosum ya da hareketlerin planlanmasını sağlayan bazal ganglionların beyin görüntüleme yöntemleriyle saptanıp ölçülmesi ve bunlarla çeşitli davranış profilleri arasındaki ilişkinin ortaya konması şeklindeydi. Bundan geliştirdiğimiz değerlendirme yöntemlerini tikleri ve obsesif-kompulsif belirtileri olan çocuk ve yetişkin hasta gruplarında uygulayarak çeşitli araştırmalar yaptık. Son zamanlarda da yine aynı hasta gruplarında tedaviyi esas alan çalışmalar yapıyoruz.
Dilek Bangir: Bu araştırmaları yurt dışında mı yaptınız?
YY: Veri toplama işini yurt dışında yapmıştım. Burada daha çok yazıya geçirdim. Şu anda tedaviye yönelik çalışmalar için de Anabilim Dalı’nda bir araştırma grubu oluşturduk.
Dilek Bangir: Bu kadar yoğun tempo içerisinde boş zamanınız kalıyor mu?
YY: Çok az kalıyor, en azından yaratmaya çalışıyorum. Çünkü boş zaman öyle bir şey ki, onu yaratmazsanız bizim tipimizde iş yapan birinin işleri tüm o boş zamanı yutabilir.
Dilek Bangir: Boş zamanlarınızda nelerle uğraşıyorsunuz?
YY: Boş zamanlarımda sinemaya gidiyorum.
Dilek Bangir: En son hangi filmi gördünüz?
YY: Komplo Teorisi. Oldukça güzel bir filmdi. Bunun dışında İstanbul içinde gezmeyi seviyorum. Roman türünde kitap okuyorum. İki buçuk yaşında bir kızım var, onunla oynuyoruz.
Dilek Bangir: Eşiniz de doktor mu?
YY: Evet, eşim Çapa Tıp Fakültesi’nde çocuk doktoru. O da Yale Üniversitesi’nde ihtisas yaptı.
Dilek Bangir: Peki, bu güzel sohbet için çok teşekkür ederiz.
YY: Ben teşekkür ederim.