İnsan davranışlarında özellikle “stres”li zamanlarda öne çıkan iki temel eğilimden, daha doğrusu iki otomatik davranıştan söz edebiliriz: hemencilik ve herkesçilik. Herkesçiliğe başka bir yazıda değineceğim, ama kısaca, herkes ne yapıyorsa, onu yapmak ya da herkesin yaptığından farklı bir şey yapmaktan kaçınmak diye özetlenebilir. Hemencilik için ise, bir davranışı gerektiği kadar beklemeden gerçekleştirme, bekleyememe, hemen yapmaktan kendini alakoyamama diyebiliriz. Hemencilik ile herkesçilik arasındaki uyumun bozulduğu olmaz mı? “Başkaları gibi olmamak” ile “şimdi değil sonra yapmak” arasında kaldığımızda ne yapabiliriz? Buraya kadar anlaşılmaz laflar ettiysem, biraz daha okumanızı rica edebilirim belki.
Hemencilik, bazen herkes gibi olma eğilimi ile çelişirmiş gibi gözükebilir. Bazı eylemleri hemen yaparsak, herkesten farklı bir konum kazanabiliriz. Örneğin, dolu bir metro vagonundaki tek boş koltuğu kaparsak, bunu gözümüze çarptığı anda, hemen yapmış olmak bizi ayakta kalan herkesten farklı kılar. Ancak, daha dikkatle bakarsanız, burada “hemencilik” herkesten farklılıktan ziyade herkesten öncelik şeklinde ortaya çıkmıştır. Örneğin, bir araziyi bir an önce kapatmak, en karlı alışverişi bir an önce yapmak ya da lokantadaki manzaralı masayı kapmak gibi. Herkesten önce ama herkes gibi (daha fazla kazanç sağlamak amacıyla) davranarak, herkesten esaslı bir fark oluşmaz. Sadece aynı yolda, bir adım öne geçilmiş olur. Bir çoğumuza hoş bir kazanç hissi veren bu davranışın bir örneğini uçak yere iner inmez ayağa fırlayanlarımız veriyor. Uçaktan inip de herkesi terminale götürecek otobüse daha önce binmeyi gerçek bir kazanç sayabilir miyiz? Bunu üşenmeyip sorduğum seferlerden birisinde, aldığım cevap: “buradan çıkayım da, nereye gidersem gideyim…” Yolcunun cevabındakine benzer duyguyu yol tıkandığında sırf hareket olsun diye yan şeride geçip, az önce terk ettiğim şeridin daha hızlı akmaya başladığında hissetiğimi hatırladım.
Kazanma ve kaybetme tanımlarını gözden geçirmem gerekiyor. Hemen eğilimini ortadan kaldıran durumlara bakarak bu gözden geçirmeye başlayabilirim. Uluslararası havaalanındaki pasaport kontrol bölümünde “business” yolcularına ayrılmış bir bölüm var; hemen yanında da sıradan koltuklarda seyahat edecekler için olan çok sayıda pasaport kontrol noktasının olduğu bölüm. İkisini ayıran çizgi bir kordondan ibaret; birbirini görmekte bir zorluk yok. Birkaç seferdir dikkat ediyorum, business bölümündeki bekleme kuyruğu ekonomi yolcularına göre daha uzun olmasına rağmen, business yolcuları ekonomi bölümüne geçmiyorlar (hemen eğilimlerini bir biçimde tutuyorlar). Belki, kuyruk uzun gözüküyor, ama daha hızlı akıyordur, diye düşünerek, bir deney yaptım. Benim ekonomi kuyruğuna girdiğim anda business kuyruğuna giren birisini gözüme kestirdim. Ben kontrol noktasını geçtiğimde, onun önünde en az 6 kişi daha vardı. Yazarken bile yüzümde zalim bir gülümseme oluşturan bu duruma göre, business bilet sahipleri göz göre göre ve bile isteye kontrol noktasında daha uzun beklemeyi tercih ediyorlardı. Kendilerine tanınmış bir ayrıcalığı kullanmak uğruna, daha uzun süre ayakta duruyor, daha fazla zamanı beklemeyle geçiriyorlardı. Neden? Uzun (ama özel bir bilet göstererek girilen) kuyrukta beklerken gördüğüm business bileti sahibi şahsiyetler arasında ülkemizin en komik insanı olarak bilinen ve “business classtaki portakal suyu” esprisi ile işin sırrını çözmüş olduğu açık olan insanlar bile vardı. Dolayısıyla bir akıl erdirememe meselesi olduğu da söylenemezdi. O zaman nereye gitmişti, “hemen” eğilimi? Hemen eğiliminin sağladığı zaman kaybetmeme avantajını bir kenara ittiren başka ne olabilirdi?
Ayrıcalık… Herkesten farklı olmanın zirve noktası. Bir kez kazanıldı mı, kullanmaktan vazgeçemediğimiz, kullanmamayı ciddi bir kayıp olarak gördüğümüz durumların başında geliyor olsa gerek. Kullanmazsak olmaz. Mülkiyet gibi… Lokantada sipariş ettiğimiz bir yemeği beğenmesek bile o kadar para verdik yiyelim diyerek tabağı sıyırana kadar yemek de aynı duyguyla mı yapılıyor? Mülkiyetin kökenine ilişkin spekülatif sözler söyletecek bu olaylara son bir örnek vereyim: bir araçta ya da parkta karşılıklı oturuyoruz. birbirimizi tanımıyoruz. Size kalem lazım oldu. Benden istediniz. Verdim. Kullandınız. İşiniz bitti. Ama, geri vermeden elinizde tutuyorsunuz. Bende bir gerilim duygusu oluşuyor. Otobüsten inmek üzereyim. “kalemimi rica edebilir miyim?” dedim. Siz önce anlamadınız, “ne kalemi?” gibisinden bakındınız. Sonra, biraz sinirlenerek “amma kıymetli kalemin varmış” dercesine bana uzattınız. Burada ne oluyor? Size ait olmayan bir şeyi elden çıkartmak bile zor gelebiliyor. Kaybetmeme, hemen eğilimini ortadan kaldırıveriyor. Peki, business’te olmanın ayrıcalığı biraz da herkes gibi olmama değil mi? Herkes eğilimi ile bunu nasıl bağdaştıracağız? Herkes tanımını ne ölçekte yaptığınıza bağlı.. Herkes kendimize benzer gördüğümüz kişilerden oluşma bir topluluk; o sebeple business kuyruğuna bir kere girmiş olanlar, artık oradaki camianın bir parçası oldukları için herkesle uyumlu davranarak, ayrıcalıklarını sonuna kadar, herkes dışındakilerden çok daha fazla beklemecesine, ve bir dilimini ziyan etmemecesine kullanmayı tercih ediyorlar. Herkes, hemen’i yeniyor.
Meraklısına not: Business class biletini sadece bir statü ya da varlık sembolü olarak görmeyin. Uğraşarak, ya da kredi kartınızdaki harcamaların hepsini mil olarak biriktirirseniz, iki üç yılda bir bir tane elde edebilirsiniz. O zaman uzun da olsa özel business kuyruğuna girmenin tadına varırsınız. Beni hatırlayın.
s.
O zamana kadar başarı hanemize eklenen artılarla kabarttığımız “geçmiş dosya”larımızın ne kadar önemliliği öğretilmişken bize ve zaten istenilen o “ayrıcalıklı herkes” kısmına ulaşmakken, geçmiş başarı dosyamıza belki de hiç yakışmayacak eylem yapabiliyoruz o halde. Yani daha akılcı bir tepki vermek yerine, inat edip etiketimize yapışabiliyoruz.
ayşegül fişek
hep yaşadığımız şeyleri uzman bir dilden okumak büyük keyifti:)