Alper Görmüş’ün 16.4.2013 tarihli Taraf’taki yazısında 1999 depreminin hemen sonrasında Gölcük’teki Siyaset Meydanı programından söz ediyor. Yazının günümüzdeki sorunlarla kurduğu paralellik ilginç; ama benim ilgimi çeken ‘hemderd’lik kavramı üzerinden o geceki duygu alışverişini ve sonrasında ortaya çıkan etkiyi açıklamasıydı. O gece orada yaşananların önemini ya da anlamını uzun süre pek anlamadım; en nihayetinde eve kapanmak zorunda kalmış bir çok kişinin aynı anda seyrettiği bir TV programının getirdiği bir tesirdir diye adeta geçiştirdim. Bir çok kişinin o gece orada olmamı önemsemesini (ve bu önemsemenin yıllar içinde devam etmesini) biraz garipsemeyi sürdürdüm. Klasik anlamda ‘medyatik’ bir aktivite olmadığının farkındaydım; ama tanımadığım sayısız insanla yıllarca sürecek bir yakınlık doğmasına sebep olmasını tam da açıklayamıyordum. Alper Görmüş’ün yazısı bana 14 yıl öncesini düşündürdü. Hemderd olmanın acıyı azaltıcı bir etkisi olabileceğinin (bir kez daha) farkına vardım. bu günümüzün dertleri için nasıl bir yol gösterir, düşünmeye değer.
”Aynı derde ve kedere duçar olanların beheri anlamına gelen “hemderd”, bence Türkçenin en şiirli kelimelerinden biri…
Ferit Devellioğlu da Osmanlıca yazılışını “hem-derd” olarak verdiği kelimenin anlamını açıklarken “dert ve mihneti bir olan” diyor.
Hemderd olma hâli, acıları ve manevi yaraları azaltan yönüyle acılı ve yaralı insanlar için gerçek bir ilaçtır… Bunu anlamak için, mesela sadece bizim ailemizin etkilendiği bir felaketin açtığı manevi yaralarla baş etmekle, bizimle birlikte binlerce insanın etkilendiği bir felaketin manevi yaralarıyla baş etmek arasında bir karşılaştırma yapmak yeter; ikinciyle baş etmek, hiç şüphesiz daha kolaydır.
17 Ağustos 1999 depreminden bir hafta kadar sonraydı, bir Gölcük gecesinde psikolog Yankı Yazgan’ın katılımıyla gerçekleştirilen “sohbet-terapi”yi hiç unutmuyorum… Sohbet televizyondan canlı yayınlanıyordu, Yazgan ortada oturuyor ve etrafını almış depremzedelerle dertleşiyordu. Konuşmasını tümüyle hemderdlik üzerine kurmuştu ve ben ilk kez o zaman, aynı derdi paylaşmanın insanları nasıl yumuşatıp yekdiğerine yaklaştırdığını bu kadar somut bir biçimde tecrübe etmiştim.
Televizyonlar sayesinde deprem bölgesinin dışındakilere de geçen bu duyguya bakıp da, o andan itibaren Türkiye’de bir daha deprem öncesi toplumsal gerilimlerine dönmeyeceğine dair bir ümit peydahlamak dahi mümkündü…
Fakat öyle ümit edenlerin ümitleri gerçekleşmedi… Çünkü o gerilimler kendi derdinin önemli ve anlamlı; başkasının derdinin önemsiz ve anlamsız olduğuna inanmaktan kaynaklanıyordu…
Neticede, o Gölcük gecesinden bütün ülkeye yayılan hemderd olma hâli çok kısa bir zamanda sona erdi, herkes ve her grup kendi yaşam biçiminin doğru, öbürünün yanlış; kendi manevi ihtiyaçlarının anlamlı, öbürünün manevi ihtiyaçlarının anlamsız olduğunu düşünmeye başladı…” (http://www.taraf.com.tr/alper-gormus/makale-hemderd-olmak-fakat-bunun-farkinda-olmamak.htm)