Geçtiğimiz hafta RC ’19 öğrencileriyle bir kariyer günü panelinde bir araya geldik. Daha doğrusu bir panelde başka hekim meslektaşlarla beraber mesleğimize ilişkin deneyimlerimizi ve mesleğin geleceğine ilişkin kanaatleri paylaştık.
Özellikle son 10 yıldır başta kendi mezunu olduğum Ege Ü Tıp Fakültesi olmak üzere bir çok Tıp Fakültesinde öğrencilerle, ve bir çok anabilim dalındaki genç hekimlerle, kendi deneyimlerim ile tıp eğitimi ve pratiği alanında oluşan bilimsel birikimi bileştiren sunumlar yapıyorum. Bu sunumlar ister istemez kişiselliğin izlerini taşımakla beraber mesleğimizin her dalının daha iyi yapılmasına dönük düşüncelere de yer oluyor.
RC’deki (geçtiğimiz yıllarda Kabataş L, Bornova Anadolu L; ya da Ankara Fen L’de olduğu gibi) soruların bir bölümü her hekimin zorluklarını sayıp dökmeyi pek sevdiği mesleğimizi yeni kuşaklara tavsiye edip etmediğim oldu. Tıp eğitimi öğrencileri doğa bilimlerine dayalı, insan ilişkilerinden ve insanı anlamaya dayalı bilimlerden ayrı tutulamayan, matematiksel-algoritmik düşünüşle içiçe bir mesleğe hazırlarken, geniş bir perspektif ve öğrenme olanağı sağlar. Böyle bir eğitimi tavsiye ediyorum.
Hekimlerin kendi çocuklarına veya başka gençlere hekimlik hakkında görüşlerini söylerken mesleğin zorluklarını, kendi çektikleri ve katlandıklarını öne sürüp pek yüreklendirici olmadıklarını sıkça görüp duyuyorum. Zor ve cefalı bir meslek olduğundan kuşku yok, ama zorluktan yılmayan, cefakâr insanların hekimliği çok iyi yapabildiğini düşünürseniz, onları caydırmamayı, onlara kendilerini tam hissedebilecekleri bir yol açmayı bir tür toplumsal görev olarak da tanımlayabiliriz. Hekimliğin teknolojik değişimlerin sonucunda ciddi bir evrimden geçeceği öngörülüyor. Tıp eğitiminin sadece iyi hekimler değil, teknolojik değişime ayak uydurarak fakültede başladığı misyonu dönüştürebilecek insanlar yetiştirmesi mümkün. Geçmişten geleceğe değişmeyen yanı ise “zor” olmak.
RC’deki gençler ile paylaştığım slayttaki yazı amcam Dr Seyfettin Yazgan’ın bana armağan ettiği 1932 baskı Sobotta anatomi atlasının son sayfasından alıntıydı: “Ey teşrih, bittin ama beni de bitirdin”. Anatomi dersini tamamladığında “bitmiş” olduğunu düşünmüş olsa da, hayatının kalanını işini seven bir genel cerrah olarak geçiren amcam, bitmek bilmeyen enerjisiyle beni yüreklendirmişti. dertsiz ve kolay bir iş vaat ettiğini sanmıyorum. Bu soruyu sormayı akıl edememiş de olabilirim. 1970’lerde 17-18 yaşında bir genç olarak, aklımı başka sorular o kadar dolduruyordu ki, o kadar uzun boylu düşünemiyordum belki de.
Bu konuda değişik yerlerde (bazen aynı örnekleri kullanarak:) yazdıklarım var.; websitemde tarayabilirsiniz. Önce TTB Hekimlik ve Felsefe toplantısında, sonra Hacettepe Tıp öğrencilerine 2011’de yaptığım bir sunumun linkini de ekliyorum.