therapy

Hani çok özeldim: Gerçekleşmemiş potansiyele ağıt

Önce Facebook sonra whatsapp eski yıllardan, liseden üniversiteden kalma arkadaşlıkları canlandırma, yıllardır birbirini arayıp sormaya fırsatı olmamış insanları bir araya getirme fırsatı yarattı. Kim ne yapmış, kime ne olmuş sorularının cevaplarını merak edenler, kendilerinin başkalarına göre nerede olduğunu, sadece kendilerinin değil çoluk çocuk ve eşlerinin performanslarını kıyaslamaya başladılar. Hiç çalışmayıp (‘kapak açmayıp’) büyük işler yapmış olanlarla çok çalışıp hiç bir şey yapamamışlar arasındaki yelpazede dağılmış bir performansa bakınca, potansiyellerin ne kadarının gerçekleştiğini ya da gerçekleşmediğini görmenin çarpıcı bir etkisi oldu. ABD’de yapılmış olsa da sonuçları bize pek uygun gözüken bir araştırmaya bakılırsa, facebook ya da whatsapp gruplarında kendisinden daha ‘başarılı’ (başarı deyince derin bir anlamdan ziyade statüsü daha yüksek, çok kazanmış, ödül almış, meşhur olmuş, kat-yat sahibi vb) olan sınıf arkadaşlarını gördükçe bunalıma giren, kendisini çökkün hissedenler az değil. Basitçe başkasına duyulan bir haset ya da kıskançlık değil, hayatını tam yaşayamamışlık, yapabileceklerini yapamamışlık ve potansiyelini gerçekleştirememişlik şeklindeki uzun bir kayıplar listesi ruhumuzu karartabilir.

Bu sayfadaki çizgilerimi görenler “bravo, hem yazıyor hem çiziyorsunuz” diyerek övgü dolu sözler ettiklerinde ben hiç memnun olmuyorum, aksine kendimi epeyce kötü hissediyorum. Neden mi? Neredeyse 35 küsur yıldır basın organlarında yazıp çizdiklerime baktığımda 20 yaşında yaptıklarımdan bir adım ileride gözükmüyorum. Aynı espriler, aynı fikirler… Oysa o sıralarda (1970 sonları ile 90 başları arası, diyelim) bu yaptıklarımı yayımlayan günlük gazetelere, dergilere bakanlar bana gelecek vaad eden çizer/yazar muamelesi yapardı. Büyük potansiyel gördüklerini söyleyerek beni şımartırlardı. Ancak bugün geldiğim nokta, bu potansiyel meselesini tersine çevirmiş durumda. Durumumu en iyi özetleyen sözleri, yıllarca çizgilerime arkadaşça yol göstermeye çalışmış olan Emre Senan söylemiştir: “Yankı ümit vaad eden çizer olmaya devam ediyor hâlâ…”

Potansiyeline ulaşamadığını düşünenlerin benimle bu noktada empati kurabildiklerini tahmin ediyorum! Potansiyelinin altında kalan, potansiyelini gerçekleştiremeyen ya da potansiyeline ulaşamayan gibi terimlerle adlandırılan durumun bir “loser” (kaybeden) fenomeni olarak görülmesine şaşmamak lazım. Hiç kaybetmeme, hep kazanma üzerine kurulu bir eğitim ve iş kültüründe hedefin altında kalmak, potansiyelini ziyan etmek demek… Kendini harcamak sadece “bak, CEO olabilecekken ne oldu? Kendini ziyan etti” gibi business literature örneklerinde değil, “beni ne doktorlar ne mühendisler istedi, ben gittim babanızla evlendim” gibi kulaklarımızın aşinâ olduğu cinsten, potansiyelini gerçekleştirmekten gönlüyle vazgeçenlerin (ve sonradan pişman olanların) öykülerinde de görülür.

Potansiyeli yüksek gözükenlerin bu potansiyeli nasıl ziyan edecekleri, potansiyelini henüz hiç ortaya koymamış olanlarımız için (acı ama gerçek) bir umut da getirir. Yükselecek mevki kalmayıp da, “size layık değil ama” tipi pozisyonlar önerilince emekli olan ya da danışmanlık sektörüne geçen parlak yöneticilerin “potansiyel buraya kadar” demesini bekleriz. Potansiyelimizi ortaya koymamızın başka birisininkinin bitmesine bağlı oluşu ise haz ile hüzün arasında duygular yaratır.

Yaşanmamış yıllar

Hayalimdeki ben olamamış olmaktan duyulan üzüntü ve yas hayatımıza damgasını vurdukça, içimizde biriken hırs ve hınç nereye doğru gider? Kayıp depresyonun ana psikolojik mekanizmasıdır. Potansiyelini gerçekleştirememek olmamış, gerçekleşmemişin kaybıdır. Hiç bir zaman olmamış’ın olmamasından duyulan üzüntünün derinliği gerçek kayıplardan daha da fazla olabilir. Üstelik Adam Phillips’in “Kaçırdıklarımız” (Missing Out) adıyla yayımlanan denemeler kitabında tanımladığı gibi ‘çok özelsin’ diyerek büyütülen her birimiz, yeryüzündeki ehemmiyetsizliğiyle karşılaştığında bu özel olma ihtiyacını nasıl karşılayacağını bilemez olur. Özel olamıyorsam o zaman bu hayattan ne koparabilirsem kadar o kadar alayım ruh haline girmek işten bile değildir; yaşamak hep kazanmak ve hiç kaybetmemek eksenine girer. İmkansız bir varoluş biçimi içinde ne olur, ne oldurur bir hayat süreriz.

Bu döngü nasıl kırılır? Hayatın zorluklarına katlanmak, geleceğe ilerlemek için kurduğumuz hayallerden vaz mı geçmeliyiz? Asla. Ancak, sahici doyum aldığımız neredeyse her durum, hayallerimizi elde etmek için kestirmelere gitmeksizin, zahmete katlanarak, zaman harcayarak, zorunlu olduğunda zevkten vazgeçerek elde edilmiştir. Beklemeyi öğrenmek, acele etmemek potansiyelimizi gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan “beceri seti”nin en önemli parçalarından birisidir.

Viktor Frankl’dan aktarırsam, özgürlük, etki ile tepki arasındaki zaman dilimindedir. Hayallerimiz arasından gerçekleştirmek istediğimizin seçimini yapana kadar geçen zamanın özgürlüğün tadını çıkartmak için en uygun olanıdır. Bekleyebilenler bu özgürlüğü doya doya yaşarlar.