2013’ten bugüne ayrılık/yoksulluk/ölüm konusunda yazdıklarımdan bir kolaj. Yazıların bazılarının linklerini dipnotta bulabilirsiniz.
İntihar olaylarını ya da yaşamaktan başka türlü vazgeçiş biçimlerini duydukça ülkemizin içine battığı ve nasıl çıkılacağını kestirmekte zorlandığımız durumla ilişkilendiriyoruz. Durumun yol açtığı moral bozukluğunun varlığı tartışılmaz, ancak içinde olduğumuz moral bozukluğunun hangi noktada ruhsal bozukluklara, kendine zarar verici eylemlere dönüştüğünü belirleyebilir miyiz? Her moralsizlik ya da umutsuzluk ya da gelecek kaygısı olan kişi için riskler aynı mı? Yaşam koşullarının zorluklarıyla karşılaşmanın hem depresyon semptomlarını hem de intihar düşüncesini tetiklediğini gösteren çok sayıda çalışma içerisinde Caspi’nin ilk kez 2003’te Science dergisinde yayımladığı (ve sonrasındaki yıllarda değişik çalışmalarla sınanmış olan) araştırmaları özellikle yol gösterici (www.science.org/doi/10.1126/science.1083968). Örneğin, 5-HTT genini taşıyor olmanın tek başına bir psikopatoloji ve intihar düşüncesi/davranışı doğurması başta düşük bir olasılık, ancak geni taşıyan kişinin yaşadığı zorlayıcı hayat olaylarının sayısı arttıkça aynı olasılık hızla yükseliyor.
Zorlayıcı yaşam olaylarının sayısı arttıkça, bir başka deyişle “ayrılık, yoksulluk, ölüm” gibi kendimizin veya kendimizi parçası hissettiğimiz aile, kent, halk gibi toplulukların yaşadığı veya başına gelen olaylar çoğaldıkça hepimiz için, ama en çok bu genetik yatkınlıkları taşıyanlarımız için riskler artıyor. Zorlayıcı yaşam olayları içinde özellikle yoksulluğun yeri kritik.
Geniş kitlelerin hayata bakışını değiştiren yoksulluk (ve yoksulluğa umutsuzluk katan eşitsizlik) bir yapısal şiddet unsuru. Bir şiddet biçimi olarak yoksulluk ruhsal durumu zorlayıcı. Dahası toplumsal statüdeki değişiklikler, bilhassa aşağıya doğru sürükleniş kendini toparlamayı, kendini toparlamak için gereken umudu azaltarak, hatta yok ederek, özellikle çocukların geleceğe bakışlarını karartarak etkiliyor. Geleceğe bakışın karanlıklaşması bugün gelecek için yapılacak olanları okula devam, bir beceri kazanma, toplumsal kurallara ve beklentilere uyum, hatta iyi beslenme, spor yapma gibi davranışları yapmamayı ve reddetmeyi getiriyor. Bir anlamda karamsarlık ile umutsuzluk diyebileceğimiz ikili duygu/düşünce hali yarın’ı olmayan bir bugünde yaşamanın ‘rahatlığını’ tercih etmeyi doğuruyor. Umutsuzlar, bazen o kadar umutsuzlar ki, hiçbir şeyin içinde olduklarından daha kötü olmayacağını düşünüyor ve her durumda kendilerini çok iyi şeylerin beklediğine inanmaya başlıyorlar. Umutsuzluğun getirdiği iyimserlik gerçekçi ve bir gelecek hayaline dayalı değil. Bir yere götürmüyor.
İçinden geçmekte olduğumuz toplumsal kriz şartlarınnın ruhsal etkisini sadece günümüzdeki intihar ya da kendine başka yollardan zarar verme davranışlarıyla değerlendirmemeliyiz. Bu davranışlarda artış olmadığında sevinsek de bu bizi rahatlatmamalı. Zira zorlayıcı yaşam olayları özellikle çocukların ve gençlerin yaşamında bugünle sınırlı kalmayan, hatta esas etkisi gelecekte gözlenen ruhsal değişiklikler, sosyal davranış değişiklikleri ve beyin gelişimi farklılıkları doğuruyor.
Yoksulluk beyin gelişimini özellikle kortikal gelişimin göstergesi olan beyin yüzölçümünü azaltarak gösteriyor; yaşam süresi göstergesi olan telomer gibi genetik materyellerin kalitesi yoksullukla ve toplumsal eşitsizlik hiyerarşisinin altlarına düştükçe kötüleşiyor, ömür kısalıyor. İstismar, kötü muamele, toplumsal şiddet, dışlanma ve ayrımcılık gibi zorlayıcı yaşam olayları ile karşılaşarak büyümüş çocukların ruhsal durumlarındaki bozuklukların yanısıra özellikle kalp ve damar hastalıkları riskleri artıyor.
Beyin gelişimindeki bu negatif farklılaşma bilişsel kazanımlara yansıyor, odaklanmakta ve öğrenmekte zorluk, peşi sıra başarısızlık geliyor. Okul, zor koşullarda büyüyen ve ev koşullarında gelişimi bir türlü hızlanamayan milyonlarca çocuk için büyük bir gelişim fırsatı sunabilir. Eşitsizliğin derinleşmesini önleyerek bir “eşitleyici” rol oynayarak. Toplum adına.
Ülkemizdeki çocukların çok büyük bir kısmının eğitim ve sağlık hizmetleri kamusal kaynaklarla karşılanıyor; yoksul ve dar gelirli katmanlardaki çocukların gittiği okullar ile bırakın özel okulları, daha üst gelir gruplarındakilerin gittikleri kamu okulları arasında bile farklar çok fazla. Örneğin, sınıf nüfusu kıyaslamalarında kendini belli eden bu fark, kalabalık sınıflı okullarda dikkat ve öğrenme sorunlarını neredeyse diğer okulların 3 katına çekebiliyor. Okula devam sorunları ya da zorbalık gibi okul ruh sağlığı ve okulun sosyal duygusal iklimi ile ilişkili sorunlar da yoksul/düşük gelirli çocukların olduğu okullarda daha sık. Bu okullardaki öğretmen ve yöneticilerin daha çok yıprandığını, öğrencilerinin (ve ailelerinin) içinde olduğu kıskaca onların da bir biçimde yakalandığını görüyoruz.
Pandemi zaten var olan bu eşitsizliklerin üzerine gelip eklendiğinde yeni problemler çıkarttığı gibi var olan problemleri katlayarak eşitsizlik uçurumunu da genişletti. Yoksul ve dar gelirli katmanlardan çocuklarla değişik dezavantajları olan (özel gereksinimli, sığınmacı, kronik sağlık sorunları gibi) çocuklar için okulun uzun süre kapalı kalması hayata açılan bir pencerenin kapalı kalması gibi oldu.
Özellikle yoksulluk ve eşitsizliğin giderek arttığı, toplumsal huzuru ve barışı etkileyen bu noktada, okulun eşitleyici etkisini arttırmak öncelikli gözüküyor. Okulun bu eşitleyici etkisinden yararlanmayı belirleyen etkenlerin başında ise “okula devam” geliyor. Okula devamlı öğrenciler bu devam ne kadar uzun süreli ise o kadar çok yararlanıyorlar. Hem akademik hem psikolojik gelişimleri yıl boyu süren ve kesintilerin az olduğu bir okul düzenine bağlı. Devamlılık ve gelişim arasındaki bu pozitif bağlantı en çok düşük sosyoekonomik düzeydeki öğrenciler için geçerli. İşin kötüsü, en çok devamsızlık da aynı kesimdeki öğrencilerde.
Okulların pandemi dönemi boyunca açık kalması (ve en son kapatılması) için başta Türk Tabipleri Birliği, Türk Toraks Derneği gibi hekim kuruluşlarının gösterdiği çaba tam da bu verilerin anlamını yansıtıyordu. Zira okullar normal koşullarda açık olduğunda bile düşük gelirli ve dezavantajlı gruplarda çok erkenden çalışma hayatına girme, ev emekçisi olma gibi sebeplerle devam aksıyor, okuldan kopma kolaylaşıyor.
Düşük gelirli, yoksul ya da azınlık veya sığınmacı ailelerde aile içindeki düzeni ve iletişimi de bozan bir “yapısal şiddet” ailenin bütün üyelerini ama en çok çocukları, çocuklar içinde de en çok özel gereksinimli, kronik sağlık sorunları olan çocukları etkiler. Aileler çocuğun ihtiyacı olan güven ve güvenliği sağlamakta zorlanırlar, okul bir güvenli alan alternatifi oluşturur. Bu güvenli alanın açık tutulmasının yüksek öncelik olması kaçınılmaz. Bu gözle bakıldığında pandeminin son 5-6 ayında olsun okulların açık tutulmasının sınavlara tam hazırlanmak, dersleri daha iyi öğrenme gibi gerekçelerin yanı sıra aynı zamanda toplumun barışını ve refahını bozucu en önemli unsur olan eşitsizliğe karşı okulların yerini hatırlatan bir adım olarak değeri var.
Benzer Yazılar:
http://www.yankiyazgan.com/gelir-duzeyi-beyin-yuzeyi/ Yoksulluk, herkesin yaptığını yapamamak, içine hapsolduğu çemberi aşamamak, aşacak yolu arayıp bulamamak, bulacağından umudu kesmek ve bir çok durumda net bir güçsüzlük ve eksiklik hissi demek.
http://www.yankiyazgan.com/gecim-derdi/ Yoksulların hayatlarına sahip olamaması, modern anlamdaki sorumlulukları takip etmemeleri bir aklın yetmemesi ya da zeka problemi midir ?
http://www.yankiyazgan.com/parayla-saadet-olmaz/ Parayla saadet olur mu? Olmaz. Parasız saadet olur mu? Olmaz.
http://www.yankiyazgan.com/esitsizlik-arttikca-ruh-sagligi-bozuluyor/ Toplumsal gelir eşitsizliği ne kadar artarsa, depresyon riski de o kadar artıyor. Özellikle kadınlar ve toplumun düşük gelirli kısımları depresyondan daha fazla pay almaktalar.
http://www.yankiyazgan.com/okullar-olmadan-olmaz-yoksulluk-esitlik-pandemi-ve-okul/ Okul, zor koşullarda büyüyen ve ev koşullarında gelişimi bir türlü hızlanamayan milyonlarca çocuk için büyük bir gelişim fırsatı sunuyor. Eşitsizliğin derinleşmesini önleyerek bir “eşitleyici” rol oynuyor. Toplum adına.
http://www.yankiyazgan.com/bir-ayrilik-bir-yoksulluk-bir-olum/ Yoksulluk ruhsal durumu zorlayıcı. Dahası toplumsal statüdeki değişikllikler, bilhassa aşağıya doğru sürükleniş kendini toparlamak için gereken umudu yok ederek, özellikle çocukların geleceğe bakışlarını karartıyor.