Peki, ne yapalım? Empati davranışının kısmen de olsa bir bilinçli tercih olduğunu düşünürsek, insanların çoğunluğa ya da baştakine uymaya yatkınlığından yararlanılabilir
“Uçakta doktor yolcumuz varsa kendisini tanıtmasını rica ederiz” gibisinden bir anonsu her 3-4 uçuştan birisinde duyduğumda, ilk yardım becerilerimi geliştirmem gerektiğini düşünür, “umarım yardım edebileceğim bir sorundur” diyerek yerimden doğrulurum. Benimle beraber yerinden kalkan birkaç kişi olduğunda, açıkçası, rahatlarım. Örneğin, içlerinden birisi patlamış aort anevrizmasını yönetebilecek bir kardiyolog ya da kalp damar cerrahı ya da kanaması olan bir gebeye yardımcı olabilecek bir jinekolog olsa tabii ki iyi olur! Yok, ayağa fırlayan diğer yolcular tuvalete gitmek için kalktıysalar, sağlık olsun. Tıp fakültesini bitireli 32 yıl, en son doğum yaptırtalı 30 yıl olmuşsa da, gereğinde bir şeyler yapabileceğime beni inandırmış ve yapmam gerektiğini öğretmiş hocalarıma minnettarım.
Birisi sıkıntı çektiğinde, etrafta sıkıntıyı giderebilecek bir başkası yoksa, hekim olarak ayağa kalkmak (ya da “gitsem ne yapabilirim ki?” veya “bir şeyi yoktur canım” diyememek) bir sorumluluk hissetmekten öte “refleks/alışkanlık” (başka türlü yapamama) olarak görülebilir. Hasta yolcuya müdahale ederken hekim yanlış bir şey yaparsa, yolcunun veya yakınlarının koşulları unutup hesap sorma hakkı olduğunu da düşünürsek, bir sebeple başını derde sokma ihtimalinin yüksek olduğu bu durumlarda hekimlerin yine de yerlerinden kalkmadan edemediklerini görürüz. Bu refleks/alışkanlığın kaynağı nedir? Sadece iyi bir eğitim ya da Hipokrat yemini mi? Eğitimde kazanılanları uygulamak, Hipokrat yeminine uymak zorunlu mu?
İlk akla gelen, “kim olsa aynı şeyi yapar” düşüncesine göre empatimiz bizi insanların gözlediğimiz acısını hissetmeye ve acıyı dindirecek şekilde yardımcı olmaya karşı konulmaz biçimde sürükler. O nedenle hekim de olsa başka bir meslek erbabı da olsa gözünün önünde olan bu duruma bir biçimde müdahale etmek isteyecektir (yaralıları yerinden kaldırıp karga tulumba taşıyan ve hayati tehlike yaratabilen ‘yardımcılar’ ile ilgili 3 hafta önceki, yazıma göz atabilirsiniz).
Peki, o zaman camideki yaralılara yardımcı olmuş hekimlerin şu ya da bu hukuki gerekçeyle hüküm giymiş olmalarının, bırakın Hipokrat yeminini etmiş kişilerde, herhangi bir insanda yaratacağı duygunun negatif olmasını, “nasıl yani?” dedirtmesini bekleriz. Bekler miyiz? Empati eğer otomatik olarak devreye giren, bebeklikten başlayarak başkasının acısına bizi otomatik olarak duyarlı kılan bir biyolojik mekanizma ise, beklemez miyiz?
“Uçaktaki sıkıntı çeken insana yardım etmese miydi” sorusu ile “camiye sığınmış yaralılara yardım etmeseler miydi?” sorusunun aynı olduğunu siz düşünseniz de, birinci soruya “tabii ki, evet; etmeyen suçludur” derken ikinci soruya “tabii ki, hayır; eden suçludur”diyecek büyük bir kitle var. Empatisizlikten mi? Bu büyük kitle içindeki insanları tek tek tanıdığınızda merhamet, yardım, iyilik gibi empatiyle bağlantılı değerleri önemsediğini, ve bir çok durumda uyguladığını da görebilirsiniz. Empatileri bir bağlamda güçlü biçimde vardır. Ancak empatinin ortaya çıktığı bir bağlam kişinin kendisinden gördüğü-bildiğiyle sınırlı kalır; kendisinden olmayana ise pek aktifleşmez, hatta tam tersine diğerinin kötülüğünü ister bir hale dönüşür.
Benden olan ve benden olmayan ayrımı sosyal psikolojinin temel varsayımlarından olan grup içi-grup dışı ayrımının gündelik hayata bir yansımasıdır. İnsanlar arasında bağların kurulmasında ve güçlenmesinde rolü olduğu düşünülen oksitosin hormonunun etkisi bile bu ayrımcılığa göre şekillenir; benden değilsen oksitosin “işlemez”.
Empati uyandıracak bir durumla karşılaşan insanların o durumdan kaçınabildiklerini, bu kaçınmanın uyaranla karşılaşır karşılaşmaz (200 milisaniye içinde) ve bilinçli bir süzgeçten geçirmeksizin olduğunu ortaya koyan deneyler var (Stanford U, Sosyal Nörobilimci Cemil Zeki’nin The Edge’deki makalesinde ayrıntılar zengin, 20/10/15). Empati önce otomatik olarak çıkıp da sonra kişinin “bu bizden değil ben buna empati göstermeyeyim” deyip kendini tutmasıyla olmuyor. Empati hiç ortaya çıkmıyor.
Stres, yoksulluk ve varlığını tehlikede hissediş empatinin ortaya çıkışını “bloke” eden, bu “verme” duygusunu kesip atan durumlar. Sadece kendine benzeyenlere vermek, kalandan ise alabildiğini almak, yokluk çeken ve varlığını sürdürebileceğinden kuşkuya düşenler için bir hayatta kalma stratejisi. Kutuplaşma diye tanımlanan durum bir çeşit “bizim dışımızdakilerin varlığımızı tehdit ederek ilk fırsatta bizi yok edecek olduklarına inandırılmamız” sürecidir, yüzyıllar içinde birikmiş algı ve zihin şemalarına dayandırıldığı ölçüde etkindir. Böylece toplumun bir kesimini empati gösterilemez kategorisine koyduğumuzda hekimlik gereğini yapmak bile suç işlemek gibi algılanabilir.
Peki, ne yapalım? Empati davranışının kısmen de olsa bir bilinçli tercih olduğunu düşünürsek, insanların çoğunluğa ya da baştakine uymaya yatkınlığından yararlanılabilir. Toplumun bölünmüşlüğünü aşmak isteyen toplum önderlerinin “taklit edilecek, örnek alınacak” davranışları taraflar arasındaki empatisizliği pekala değiştirebilir. Barışa sonrada kavuşan hemen her bölünmüş toplumda benzeri adımların atılmışsa, kendisi de “öteki” tarafa yaklaşarak toplumun empati gösterme tercihlerini değiştirmeyi teşvik edecek insanlara ihtiyacımız vardır.