Kriz dönemlerinde kurumların eğitim harcamalarındaki kısıntıların, insan kaynağını geliştirmeye dönük tereddütlerin kriz dışı dönemlerden bir fikirsel zemini var. Kurumsal eğitimlerin, özellikle “soft skills” gibi sayılan yapılan iş ile doğrudan ilişkisini kurmanın zor olduğu tipteki gelişim programlarının ne işe yaradığı sorusuna ilk bakışta hak verilebilir. “Çok geç” ya da “bu yaştan sonra” yapılacak gelişim programı ne getirecektir ki?
‘Ağaç yaşken eğilir’: Çocukluk ve gençlik yıllarındaki gelişimin ve eğitimin önemini en iyi tanımlayan atasözlerinden birisi bu fikri zemini destekliyor gibi gözükebilir. İnsanın yaşı ilerledikçe atasözlerine ilgisi artıyor mudur, nedir, karşılaştığım her durumda aklıma bir atasözü gelmeden olmuyor. Bunu söylediğim arkadaşlarım atasözlerine merakımın eskiden beri olduğunu alaycı bir dille (‘sen hep yaşlı ruhluydun’ manasına) hatırlattıklarında, bu sefer de ‘yedisinde neyse yetmişinde o’ sözü aklıma geliyor. Gerçekten hiç değişmiyor muyuz? Nasıl başlarsak öyle mi gidiyoruz? ‘Can çıkar huy çıkmaz’ diyen atamız her kimdiyse ve bu kanaate nasıl vardıysa bilmiyorum, ancak sözüne destek çıkacak olan çoktur.
Ağaç yaşken eğilir sözünün açıklama gerektiren bir bölümü var; ağaç ne zaman kuruyor, eğilmesine imkan veren ‘yaş’ dönem ne zaman sona eriyor? Günümüz beyin bilimlerinin en çarpıcı bilgilere ulaştığı alanlardan birisi gelişim. Beynin yapısının ve ana gelişim aşamalarının genetik olarak kodlanmış (ve sağlama alınmış) olduğu sıçrama dönemleri var. Ne kadar sıçrayacağınız kısmen genlerinizin dizilişine, önemli ölçüde de nasıl beslendiğinize, nasıl yetiştirildiğinize, nasıl muamele gördüğünüze ve nasıl eğitildiğinize bağlı olarak değişebilir. Insan beyninin gelişimindeki sıçramaların olduğu dönemler kabaca 0-3 yaş ve 12-18 yaş arasında (bak işte, siz demiştiniz boşuna bütün bu eğitimler diye! 🙂 )
Böyle belli yaş dönemlerini belirtip söylediğimde sanki bu dönemler dışında beyin durup kalıyormuş gibi anlayanlar olmasın diye düzeltmeme izin verin. Belli dönemler sıçraya hoplaya beyin gelişimine sahne olurken, sıçramalı olmayan gelişme dönemleri ise tüm ömüre yayılıyor.
Gelişmenin boyutu ve hızı açısından düşünürseniz, elbette yaşı daha ileri olanların yeni bilgiyi alması daha çok zaman ve emek gerektiriyor. Aklınıza çocuklarımızın ya da torunlarımızın bizim neresine basacağımızı bir türlü bilemediğimiz akıllı telefonlarla yarattıkları harikalar gelebilir; gelmesin. O beceriler henüz büyük bir sıçramalı gelişim gerektirmiyor; aksine beyinin sıçramalı gelişimi döneminde zirve yapan dil becerilerinin özellikle kelime sayısı, ifade zenginliği gibi zamanla daha çok kazanılan becerilerin gelişkinliği ekrana dokuna dokuna yapılan becerilerdeki ustalığı negatif bile etkileyebiliyor. Okumuş yazmışlık (giderek demode ya da ‘out’ bir kavram!) cep telefonu dijitalliğine zararlı anlayacağınız; bu satırların okuruysanız hele beynin (günümüzde makbul sayılan bakış açılarına göre) yanlış tarafını fazla geliştirmiş durumdasınız.
Yaş ilerledikçe kazanılan ne mi? Ana gelişimlerini tamamlamış beyin bölgelerinin arasındaki bağlantı şebekesinin yoğunlaşması. Kazanılmış bilgi ve becerinin birbiriyle ilişkili ve eşgüdümlü olarak kullanılmasını sağlayan bir tür ulaşım ağı diye de düşünülebilir. Böylece karşılaşılan durumlara ilişkin çözümler mamul halde stokta bulunmasa da, çözümü oluşturacak parçalar daha hızla bir araya getirilip çözüm ‘üretilmiş’ olur. Peki, bu bağlantılar nasıl oluşuyor, ya da nasıl çoğaltılıyor? Zengin deneyimlerle karşılaşarak. Örneğin, gezmenin, insanlarla temas etmenin, hayal kurmanın, okumanın geliştirici etkisi kesin. Beyinde gelişime hizmet eden bir başka bağlantı oluşturucu ise, sıkıntı çekmek. Hemen kaşlarınızı kaldırmayın, binlerce yıldır insanların kişisel gelişim reçetelerinin başında geliyor. Zorlayıcı işler yaptığımızda, zihnimizi bir çıta yukarıda kullanmaya gayret ettiğimizde, kısacası ‘efor’ gösterdiğimizde, kapasitemizi bir parmak yukarıya taşıyoruz. Eskilerin sıkıntı yerine ‘çile’ kelimesini tercih edeceklerini tahmin ediyorum, ama günümüzde trafik çilesi gibi pek de geliştirici olmayan beyhude sıkıntılar için kullanılan bu kelimeyle katedilen vaktiyle keşişlerin, dervişlerin Tanrı katına yakınlaşmak için çektikleri çileden çok farklı.
Geliştirici çile için o kadar ileri gitmeye gerek yok, çoğumuzun geçmişe dönüp bakıp da kişisel gelişimlerine en çok katkısını gördüğü dönemlerin en azından yaşandıkları sırada çileli zamanlar olduğunu söyleyebiliriz. Askerlik, yatılı okul gibi dönem örnekleri bir yana, öfleye püfleye tamamlanan kalın kitapların ve sıkıcı filmlerin, sıkı hocalardan söke söke alınan notların hayatımızdaki yeri bir yana, beyin dokusunun gelişimini sıçratıcı etkileri tartışmasızdır. Işin ilginci, bu çileli yıllar, daha sonraki zamanlarda pek öyle berbat zamanlar olarak değil bir başarı öyküsü şeklinde hatırlanır; bir vartayı atlatabilmiş olmanın verdiği mutlulukla dönüp dolaşıp o sıralarda yapılanlar anlatılır durur.
İzmir’den Akhisar’a doğru giderken yolun sağında bir lokantanın reklam levhasını görürsünüz: Çileli Fasulye. Kaç kilometre kaldığını gösteren levhaları izleyerek vardığınızda, biber-domates salçalı sıvısı içinde iyice helmelenmiş kuru fasulyenin lezzetinin sırrını aşçıbaşına sorunca, ‘cevabı isminde’dir. Çok çile çekmiş olan kuru fasulye lezzeti olabildiğince damıtmıştır.
Bu metnin bir biçimini daha önce yayımladığımda bir okur ‘çile’ kelimesinin inleyerek ötmek anlamına geldiğini yazdı. Bülbülün çilesinin ötüşü olabileceğini hiç düşünmemiştim. ‘Çile bülbülüm çile’ şarkısında şarkıcı pek de inlemez, hatta neşeli bir haykırış (şakıma diyelim) ile ‘çile’ dedikten sonra (bazen de önce) mikrofonu seyircilere doğru uzatır, onlar da hep bir ağızdan ‘Allah!’ diyerek karşılık verirler. Dilinden yana sıkıntı çeken bülbülün aynı zamanda altın kafeste bile ‘ah vatanım’ çektiğini de düşünürseniz, ötüşünün çilenin ta kendisi olması şaşırtmaz. Okurumdan gelen açıklama başta kafama yattıysa da, sözlüklerde çile’nin karşılığı olarak onun dediğini bulamadım. Çile’yi Farsça çihil (40 sayısı) sözcüğünden kök alan, tasavvuftaki dünyadan 40 günlüğüne el etek çekme uygulaması olarak tanımlayan açıklamalar ağır bastı.
Kimseye durduk yerde çileli bir hayat dilemem, ama basit sıkıntılardan, fazladan zahmetten kaçınmayın. Beyin dokunuzun gelişimi, zaten varolan kısımların işbirliği içinde çalışması, bağlantıların artması için birazcık zorlanmak (40 gün olmasa da) iyi gelir.