Haydutlar köyleri yağmalamakta, bütün ürünü çalmakta ve ortalığı yakıp yıkmaktalarmış. Haydutları toprak sahipleri yönlendirmekte, böylece hem köylüleri sindirmekte, hem de vergi yükünden kurtulmaktaymışlar.
Toplumsal olayların belirleyicisi genellikle ekonomik ya da sosyal dengelerdeki bir değişiklik olarak görülür; bu dengelere etkisi olan doğa olayları (örneğin, deprem, ya da küresel iklim değişikliği) ya da insan sağlığını etkileyen durumlar (örneğin, salgın hastalıklar) hemen akla gelmez. Örneğin, 1999 depreminin sonrasında ülkemizin girdiği siyasi ve ekonomik değişim, doğal afetin sosyal sonuçları yanı sıra psikolojik sonuçlarıyla da ilişkilendirilebilir.
Düzenli okurlarım siyasal ya da toplumsal olayları bireylerin ruh sağlığı ya da kişilikleri ile açıklamanın yetersizliğini vurguladığımı hatırlayabilir. Zorbalık, ihtiras, kendinden başkasına önem vermeme, empati yoksunluğu ya da fedakarlık, gözü peklik, haksızlığa tahammülsüzlük gibi psikolojik özellikler veya davranış örüntüleri tek tek bireylerde var olduğunda sosyal olaylar üzerindeki etkisi sınırlı kalır. Ancak bu özellikler bir sebeple yaygın ve eş zamanlı olarak ortaya çıktığında toplumsal sonuçları olan hareketlere yol açılır.
1989’da Cumhuriyet Bilim Teknik için derlediğim aşağıdaki yazı doğadaki bir değişikliğin (mantarlanmış çavdar unundan yapılma ekmek) Fransa’daki köylülerde isyancı bir ruh durumu yarattığı hipotezi üzerine bir fikir alıştırması.
***
“Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler”…Gerçekten söylenip, söylenmediği belli olmayan bu söz ne kadar saçma? Bazen bir şifreli mesaj ya da peygamberce bir kehanet olduğunu düşündüğüm olmuştur. Belki de, Fransa kraliçesi uyruklarının ekmek yemesinde kendine yönelik bir tehlike sezmişti. Ekmekte ne tehlike olabilirdi?
1788-89 kışı, hele Fransa’nın kuzeyinde çok sert geçmişti. Hemen ardından da, yapış yapış bir bahar. Temmuz ayı geldiğinde çavdar tarlaları böyle havaları seven mantardan misafirlerle doldu: Çavdar mahmuzları! Bir mantar çeşidi olan mahmuz ağızdan alındığında yol açtığı bazı değişiklikleri Merck Manual “zehirlenmeler” başlığı altında şöyle sıralıyor: sarılık, kusma, baş dönmesi, karın ağrısı, gerginlik, tedirginlik, algılamada bozukluklar, epilepsi nöbetleri… Liste uzayıp gidebilir ama Merck’te belirtilen algılama bozukluklarının ne demek olduğunu biraz açıklayayım. Çavdar mahmuzunda doğal olarak bulunan üç alkaloid beyinde algının değerlendirildiği sistemleri doğrudan etkileyerek özellikle görsel ve işitsel halusinasyonlara yol açabiliyor. Çavdar mahmuzunun bu etkileri neredeyse 16.yüzyıldan beri bilindiğinden olsa gerek, o dönemin çocuk bakım kitaplarında çocuklara ve yaşlılara çavdar ekmeği yedirilmemesi öneriliyor. “Eğer bozuk (yani “mahmuzlanmış”) çavdardan yapılma bir ekmek yenirse çocuk havale geçirebilir; yaşlıca olan zat ise ürkütücü hayaller görüp gerçekte olmayan korkunç sesler işitir. Hatta bu ses ve hayallerin etkisiyle adeta çıldırır, çevresinde olup bitenleri başka anlamlara alıp kendini savunma niyetiyle saldırabilir.”
1789’un Temmuz ayındaki ürünle yapılmış çavdar ekmeklerinden bolca yiyen köylülerin mahmuzdan nasıl etkilenebileceklerini araştıran tarihçi Mary K. Matosyan bu meraka boşuna kapılmamış (The Sciences, 1989, Ocak). O yıl Paris’te Fransız ihtilali patlak verirken, devrim dalgası kırlara aynı hızla ulaşmıyormuş. Köylüler o yılın hasadını yapıp ürünleri depolara yığmakla meşgulken, özellikle Brötanya’daki köylüler arasında korkunç söylentiler yayılmış. Haydutlar köyleri yağmalamakta, bütün ürünü çalmakta ve ortalığı yakıp yıkmaktalarmış. Haydutları toprak sahipleri yönlendirmekte, böylece hem köylüleri sindirmekte, hem de vergi yükünden kurtulmaktaymışlar. Bu miş’li anlatım böylece sürüp gidebilir. Kısacası köylüler bu dehşet verici durumdan kurtulmak, canlarını ve mallarını korumak maksadıyla bir güzel silahlanıp saldırıya geçmişler.
“Korkunun verdiği kudret”i iyi kullanan köylülerin şiddeti, toprak sahipleri (ve önemli bir toprak sahibi olan) kiliseyi pes ettirmiş. Ağalar toprak üstündeki pek çok haklarını köylülere devrettikleri gibi, köylülerin eşitlik ve özgürlük haklarını da kendiliklerinden teslim ederek, onlarla eşit olmayı kabul etmişler. Ağustos ayının 4’ünde, “eski rejim”in yasaları kaldırılmış. Bu arada isyanlar da giderek yatışmış.
Tarihçi Matosyan’ın sorduğu soru şu: Bu isyanlar, sadece haksızlığa karşı gelişmiş halk hareketinin sonuçları mıydı; yoksa devrimci açıdan “miskin” sayılabilecek köylüleri “ayaklandıran” başka bir takım şeyler mi vardı? Matosyan’ı düşündüren, o sıralarda o bölgede hiç haydut bulunmadığına dair çeşitli kayıtların varlığı… Üstelik haydutlar olsa bile, haberin yayılışı ve isyanların patlak verişi o denli hızlı ki “yayılan bir haber” olduğundan kuşkuya düşüyor insan. Her yerde eş zamanlı olarak baş gösteren bu isyana karışanların o dönemin Fransa’sının ezilen sınıflarından olmak dışında bir tek ortak noktaları var: Bölgelerindeki çavdarlardan yapılma ekmekleri yemek! Herkesi aynı anda ayaklandıran, hedefini ise “varolmayan düşmanlar” olarak belirleyen bu süreç, sonuçta ezilenlerin haklarını almak için yaptıkları sürpriz bir eyleme dönüşmüştü. Çavdar mahmuzu’nun yarattığı bir tür cinnetin içerisinde yuvarlanan köylülerin, kazara da olsa, şöyle bir doğruluvermeleri, kulağı kirişte bekleyen toprak sahiplerini zorlayıp devirmeye yetivermişti.
***
25 küsur yıl önceki yazıma konu olan bu mikolojik (“mantarsal”) devrim sahiden böyle mi oldu, bilmek zor. Ruhsal durumumuzdaki topluca ve beklenmedik değişiklikleri zombili filmlerdekine benzer biçimde oluşturabilecek doğa olaylarını, hastalıkları ve salgınları hatırlamak için bir vesile.