*Bu yazı Uzm. Psk. Çağla Fırat ve Stajyer Psk. Bahadır Yiğitoğlu, Güzel Günler Kliniği tarafından çevrilip özetlenmiştir.
Korona virüsler üzerine 20 yıldır araştırmalar yürüten Alman virolog Christian Drosten bu alanda en bilgili görülen kişilerden biri. Drosten 2003 yılında korona virüs ailesinden Sars virüsünün keşfinde ve 2012 yılında yine korona virüs ailesinden Mers virüsü salgınında önemli bir rol almıştı. Bu nedenle Drosten’in, Sars-CoV-2 ile ilgili, başka bir deyişle günümüzdeki pandemiye sebep olan virüsle ilgili, laboratuvar kaynaklı olduğu iddiası, sürü bağışıklığının insanlarda neden işe yaramadığı ve pandeminin bitip bitmediği gibi çeşitli konular üzerindeki fikirleri merak ediliyor.
Drosten, senelerdir korona virüsler üzerine çalışıyor olsa da Sars-CoV-2 onu şaşırtmayı başarmış. Virüsün direkt olarak yarasalardan insana geçme ihtimali laboratuvar deneylerinin de gösterdiği gibi oldukça düşük. Bu da arada başka bir canlı türü olduğu sonucuna ulaşılmasını sağlıyor. Aradaki türün de bir çiftlik hayvanı olduğu varsayılıyor. Kürkleri için canlı canlı yüzülen hayvanlar da virüsün insana bulaşma ihtimalini arttıran faktörler arasında. Diğer yandan, genomlara bakıldığında, virüsün laboratuvar kaynaklı olduğu iddiası ihtimal dahilinde kalıyor. Virüsün laboratuvar kaynaklı olduğunu dile getiren iki farklı görüş var. Birincisi virüsün kasıtlı bir şekilde üretildiğini öne sunuyor. Diğeri ise virüsün bir araştırma sırasında yaşanan bir kaza sonucu yayılmış olabileceğini savunuyor. Drosten, bu iki teori hakkında bir bilim insanı olarak herhangi bir çıkarım yapamayacağını belirtiyor. Ancak, Sars-2’nin Sars-1’den oldukça farklı bir yapıya sahip olması nedeniyle, araştırma kazası ihtimalinin düşük olduğunu, ayrıca virüs kötü bir amaç için üretildiyse bile itibarlı bir akademik birim olması sebebiyle, kaynağın Vuhan Viroloji Enstitüsü olamayacağını da ekliyor. Drosten’e göre en makul sebep, etobur hayvan yetiştirilmesi ve kürk endüstrisi. Bunun sebebi ise Sars-1 virüsünün, rakun köpeği ve misklerden insanlara geçtiğinin belgelenmiş olması. Drosten Sars-2 için de bu hayvanların yarasa mağaralarına girip yavru yarasa yediklerinin bilindiği ve virüsün yarasalardan bu şekilde kürkleri için kullanılan hayvanlara geçmiş olabileceğini düşündüğünü dile getiriyor.
2000’li yılların başından beri Sars-1, Mers ve sonra Sars-2 salgınlarının çıkmış olması düşündürücü olabilir. Bu konuyu Drosten, 50-60 yıl önce kıtalar arası uçuşların istisnai durumlar olması ve ticaretin gemilerle uzun süreler içinde yapılması gibi sebeplerle virüslerin yerel kalmasıyla açıklıyor. İnsanlar, özellikle vahşi hayvanların yaşam alanlarını kısıtlayarak ve hayvancılığı yoğunlaştırarak farkında olmadan virüslerin yayılması için elverişli koşullar oluşturuyorlar.
İsviçre’de pandeminin ve kısıtlamaların etkisinin neredeyse ortadan kalkmış olmasıyla ilgili olarak Drosten; pandeminin sadece bilimsel dayanakla yönetilmediği ve politikacıların alınan önlemlerde büyük bir rolü olduğunu söylüyor. Hava sıcaklıklarının artması, aşı gibi önlemlerin artık ulaşılabilir olmasıyla iyileşmeler bu oranda devam ederse pandeminin yakında son bulabileceğini de ekliyor, ancak önlemlerin gerektiği şekillerde uygulanmasının politikacıların elinde olduğunu da hatırlatıyor. Drosten ayrıca sürü bağışıklığına değiniyor. İnsanların kapalı bir grup olmaması nedeniyle, esasen veterinerlik terimi olan ve kümes gibi kapalı sistemler için daha çok kullanılan “sürü bağışıklığı” teriminin bu durumda geçersiz olduğunu dile getiriyor. Birkaç yıl içerisinde toplumun tamamının ya aşılanmış ya da hastalığı geçirmiş olacağı öngörülüyor. İlerleyen süreç içerisinde bu virüsün insanları hasta etmeye devam edeceği ve hastalığın “nezle olmak” gibi görüleceği bekleniyor.
Aşı eşitsizliği de ayrı bir konu olarak gündemde. Bu konuda virüsün geleceği açısından beklenti, zamanla virüsün elindeki imkanları kaybedeceği yönünde. Bağışıklık sistemimizin çeşitli kısımları bizi hastalıklardan ve enfeksiyonlardan koruyor. Bizi enfeksiyondan koruyan antikorlar hızla yıpranıyor ve virüsü yalnızca birkaç bölgede tanıyabiliyor. Bu nedenle, eğer virüs özellikle de bu bölgelerde mutasyona uğramışsa, kısa sürede tekrar enfekte olmamız mümkün. Ama Drosten, bu durumda sadece kolay hastalanmış olacağımıza değiniyor. Bağışıklık sistemimizin bizi hastalıklardan koruyan kısmı çok daha sürdürülebilir. Bu nedenle aşı muhtemelen bizi birkaç yıl boyunca ağır hastalanmaktan koruyacak. T-hücrelerimiz, antikorların aksine virüsün mutasyona uğramasından etkilenmiyor çünkü virüsü temelde yine tanıyabiliyorlar. Korona virüsleri daha büyük bir ‘pandemi’ potansiyeline sahip olan influenza virüslerine kıyasla daha yavaş ve daha az oranda mutasyona uğruyor. Drosten tam da bu sebeple aşılanmış insanlarda aniden çok ağır hastalığa sebep olacak bir mutant virüsle karşılaşılacağını öngörmüyor.
Peki ya çocukların aşılanması konusunda ne yapmalıyız? Drosten, aşıların çocuklar için tehlikeli veya tespit edilmiş risklere sahip olmadığını zaten bildiğimizi belirtirken, çocukların eğitiminin devam edebilmesi ve öngörülen risklerden kaçınabilmek için çocukların elbette aşılanması gerektiğini söylüyor. Çocuklardaki hastalık yükü üzerine şu an çok bir şey söylemek mümkün olmasa da enfekte çocukların yaklaşık yüzde dördünde bir ay sonra hala koku ve tat kaybı ve kalıcı yorgunluk gibi hastalık semptomlarının devam ettiğini gösteren bir çalışma ortaya çıktı. Drosten yüzde dördün küçük bir sayı olmadığını ve bir ebeveyn gözünden şüphesiz çocuğunu aşılamak isteyeceğini dile getiriyor.
Kaynak: https://www.republik.ch/2021/06/05/herr-drosten-woher-kam-dieses-virus