Çalışkanlık, başarı ve duygusal zeka
Ey teşrih (anatomi dersi), bittin ama beni de bitirdin, diye başlayıp giden yazımı bahar aylarında okumuş olanlar hekimlik mesleğine girenleri bekleyen zahmetli ve çileli sürece ne olup nasıl olup da gönüllü olunduğunu irdelediğimi hatırlayabilirler.
Sınıf atlamak, zengin olmak, meşhur olmak gibi sosyoekonomik açıklamalar ve gerekçeler popüler olsa da en azından bir kısım öğrencinin lise yıllarındaki “başarılı olma” statülerinin doğal devamı olarak girdiği tıp yolundaki ilerlemesi incelenmeye değer. Başarılı olan öğrencilerin girdiği tek alan tıp olmasa da eğitimin bazı karakteristikleri (en basiti: hafta içinde boş günün, sınıflar ilerledikçe yaz tatilinin bulunmaması gibi) bu süreci bitmeden bitirenlere bakarak dayanıklılık ve başarı arasındaki ilişkiyi anlamamıza imkan verebilir.
Başarı demişken, mutluluk gibi lastikli ve ne yöne çeksek giden ancak sahiciliğinden şüphe duymadığımız bir durum, bir sonuç ve bir his (ve ötesi) anlaşılmalı. Üstüne, kimsenin önemsemez gözüktüğü, önemli olan hayat başarısı diyerek akademik ya da entelektüel başarıyı azımsadığı, ama kazara bir başarı yakalandığında tadına doyamadığı hatırlanmalı. Başarının kazanmakla ve yükselmekle, başarısızlığın kaybetmekle ve düşmekle eşdeğer tutulması işi iyice çapraşıklaştırıyor.
Harakiri tarzı intihar girişimi sonrası acil serviste muayene ettiğim öğrenciye “ne oldu?” diye sordum. “Kopya çekerken yakaladılar. Burada (ABD) kopya çektiysen okuldan atılıyorsun. Tam not almam gerekiyordu, kopyadan başka yol yoktu”. Başarılı olmanın statü merdiveninde en üstte olmak sayılması, en üstte olmamanın da ‘yok olsak daha iyi’ türünden derin bir engellenmişlik, yerini bulamamışlık ve değersizlik hissi doğurması parlak akademik sicili olan öğrencilerin üniversitedeki tökezlemeleriyle beraber intihar girişimlerini (örneğin, Top10 okuldan birisi olan UPenn’de senede 6-7 başarısızlık gerekçeli intiharla ölüm oluyor) getiriyor. Başarılı olmak (bilhassa hep kazanmak ve hiç kaybetmemek ile karıştırıldığında) uğruna herşeyi yapabileceğimiz, yapmamız gereken bir hedef ise, bunu gerçekleştiremediğimizde, ya da gerçekleştirmek için olmadık yollara (kopya gibi) başvurup bunun cezalandırılmasını kaldıramadığımızda, canımıza kast etmeyi doğal bir sonuca dönüştürüyor.
Başarı baskısı altındaki öğrencilerin intihara yatkınlığı tıp öğrencileri ile sınırlı değil; karne döneminde kırık notlarını getirmek istemediğinden ötürü canına kıydığı haber yapılan 12-13 yaşındaki her çocuk, Ölü Ozanlar Derneği’nde tiyatro sevdası ders başarısını engelleyecek diyen babasının baskısına dayanamayan Neil başka örnekler.
Başarı üstlenilen ve başlanan işi bitirmek için gerekeni yapabilmekle başlayan ve sonucu kadar gidilen yolu ile karakterize bir süreç. Ben bu tanımı benimsiyorum. İki ucunda başarıp kazanamayan ve kazanıp başaramayan insanların olduğu bir başarma/kazanma ekseninde başarabilenlerin özelliklerinin önemli bir tanesinin baskıya dayanıklılık olması şaşırtıcı değil. Baskıya dayanıklılık, engellerle karşılaştığında yılmama kişinin duygularını nasıl denetleyip düzenleyebildiği ile yakın ilişkili.
Duygusal zeka (tıpkı başarı ve mutluluk gibi içi boşaltılma tehlikesini yaşasa da) başlığı altında toplanan duygu farkındalığı ve duygularını etkileyebilme (örneğin kızgınlığı öfkeyle patlamaksızın ifade edebilme) gibi beceriler başarıyı getiriyor.
Başarıyla geleneksel olarak ilişkilendirilen çalışkanlık, sorumluluk, kararlılık gibi pek değişmez ve sonradan edinilmez nitelikteki kişilik özelliklerinden farklı olarak bu duygusal zeka becerileri kazanılabilir yapıda. Bir başka deyişle, üzerinde çalışılabilir, kazandırılabilir, geliştirilebilir beceriler. Başarmak üzere yaratılmış şanslılardan olmaksızın da bitmeden bitirebilme olanağı veren bu becerilerin eksikliğinde daha sık gördüğümüz davranışlar neler olabilir?
Söylenme, kaçınma, sürüncemede bırakma, yadsıma, başkasını suçlama, kendini suçlama, bağırıp çağırma, duyguların rolünü önemsememe…
Ekim başında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin açılış gününde tıp öğrencilerine bu konulardan bahsettiğim toplantının sonunda benzer okullarda çokça gösterdiğim bir grafiği paylaştım. Bildiğimiz zekası yüksek kişilerde duygusal ve sosyal zeka olarak tanımlanan duyguları anlama, insan ilişkilerini çözümleme ve duyguları yönetebilme becerilerinin ne durumda olduğunu gösteren grafikte her 4 erkekten birisinin bu becerilerinin ciddi düzeyde zayıf olduğu belirtiliyordu (aynı oran kadınlar için her 10 kişide bir). Parlaklık, başarı, duygusal zeka arasındaki çapraşık bağlantıya bir düğüm daha atmış oldum.
Baskı altında doğru karar vermeye dayalı mesleklerden birisi olan hekimlikte başarı akademik başarı, çalışkanlık gibi kişilik özellikleri yanı sıra duygularının farkında ve yönetiminde olmak ile ilişkili.
Marmara Tıp Fakültesi’ni dört beş yıl önce birincilikle bitiren bir öğrencinin nasıl oldu da birinci oldu sorusuna yanıtı duygusal zeka/analitik zeka meselesi hakkında bu yazının son sözü yerine geçebilir: ‘Ben o kadar tembelimdir ki, çalışkan olmaz da tembellik yaparsam, daha çok ve uzun sürelerle çalışmam gerekecek diye dişimi sıkıp çok çalıştım. Bir de baktım birinci olmuşum!’