Bir TV macerası vesilesiyle

programdaki görüşüm
Geçenlerde bir TV programına “yorumcu” olarak çağrıldım; konu mutad: şiddet. Klişe laflar etmek ve dinlemek korkusuyla gittikten sonra, yan konulardan birisinin aydınların topluma örnek olma sorumluluğu olduğu anlaşıldı. Dindar gözükmenin, dini vecibeleri yerine getirmenin aydın çevrelerde ayıp sayıldığından, yadırgandığından gazetelere verdiği demeçle yakınan bir profesörün “böyle konuşmaması gereği” üzerine TV programında tartışma başladı. Açıkçası, bu fikirlerin doğru olabilecek ancak ülkeye hiç genellenemeyecek gözlemlerden ibaret olduğunu düşünmekteydim. Diğer yandan, profesörün ya da herhangi bir entellektüelin topluma örneklik gibi bir görevi olduğuna hiç inanmadığım için, bunu vurgulamayı tercih ettim. Devlet ya da hükümet yönetiminde olanların, seçimle ya da atama ile belli görevleri üstlenenlerin örnek olma görevini unutup, özgün fikir geliştirme, ortaya yeni bakış açılarını bazen provokatif biçimde atma sorumluluğu olan entellektüellerin üstüne gitmeyi anlamsız buluyorum. Entellektüelin eninde sonunda yalnız başına bir insan olması bir yana, her zaman eleştirilme ve farklı fikirlerle dengelenmesi mümkün… oysa, iktidarda olanların ortaya koydukları örnekleri düzeltmek, eleştirmek, karşı bir ses duyurmak pek söz konusu bile değil.
asıl hikaye
her neysei bu görüşleri söylemeye çalıştığım programdan sonra, “orada ne işin var” diyerek biraz da katıldığım programı küçümseyen mesajları okuyunca, bir daha düşündüm: çoğunluğun seyrettiği programlara katılma konusunda hep tereddüt yaşıyorum; programın tartışma düzeyi genellikle pek parlak olmuyor, söylemek istediğimi, oradaki “sosyal sorumluluk” görevimi yerine tam getiremediğim duygusuyla hep bir eksiklik hissiyle çıkıp eve dönüyorum. çağıran programcılar da, pek fazla konuşmadığım (doğrusu, söze atlayıp başkasının ağzına lafı tıkamadığım ya da espri pek yapamadığım, yaparsam da “cynical” bir şekilde yaparak anlaşılmaz ya da rahatsız edici biçimde espri yaptığım için zaten bir daha tövbe ediyorlar. okurlar hatırlayabilirler, bir keresinde de okan bayülgen programında iki üç yıl kadar önce benzer bir durum olmuştu.
bayülgen iki kıdemli meslekdaşımın kendi aralarında konuşmasının, didişmesinin cazibesine kapılınca, arada bana “abi sen de atılsan lafa” diye telkinlerini de pek dinlemedğim için susup oturmak zorunda kalmıştım. bunu “cool” olmak filan olarak görüp çok öven ya da çok yerenler olduysa da, mesele basitti: konuşma olanağı yoktu.
bu programlarda, söylenecekler sanki dünyanın en önemli şeyiymiş ve o dakika da son fırsatmış gibi davranılıyor ya, işte o an, benim bir şey söyleme iştahım kayboluyor; çünkü öyle hissetmiyorum. konuşmanın yönetimi de bir rol oynuyor elbette.
o sebeple, birebir ya da bire iki konuşmalarda, kendimi daha rahatça ifade etme şansı buluyorum. geçen yıl içinde bu konuda talihliydim, cnbce, ntv, cnnturk gibi kanallarda gündüz, ekonomi ya da iş programları bu açıdan bana göre en iyisi oluyor.
kitlesel programlar. peki kitlesel programlar ne olacak? oralarda çokça gözüken ve dudak bükülen meslekdaşlarımız ya da psikiyatri/psikoloji mesleği jargonunu kullanan başka meslekten insanlara kızmak yerine, kendini mesleğin ciddi ve makul temsilcisi görenlerin toplumu doğrudan aydınlatmaya uğraşmaları daha doğru olmaz mı? eleştirmek, hatta aşağılamak yerine…
tv programlarında sunucuların uzman konuğu istemediği yönde zorlaması bazen mümkün. çok eski yıllarda “kadın kuşağı”nda birkaç programda, “değil mi sayın yazgan?” üslubu ile kendi dediğini onaylatma eğlimi taşıyan bir kaç sunucu dışında ben pek rastlamadım, üstelik değil, deme hakkınız da var, canlı yayındasınız.
bir de meslek konusu var; daha doğrusu “titr”… titreme durumunu ya da tirit yemeğini çağrıştıran bu soruya ne diyeceğiniz çok önemli, hele programdan sonra arayan seyircilere ulaşılabilecek telefonlarını vermek isteyen doktorlar için. titr’ime pek titizlenmediğim için taşımadığım ünvanlar, yapmadığım meslekler adımın altında yer alır.
açıkçası, kimsenin de hatırında kalmaz, doğru mu yanlış mı, şöyle mi böyle mi sorusunu pek sormaz insanlar. gelir geçer…

2 comments

  1. SS

    “cool” görünmek bir sorunsa eğer siz bu sorunu hep taşıyın. Çünkü koskoca insanların, takım elbiseler, ciddi konuşmalar içinde mahalle kavgasını andıran tartışmalarına kimin dayanabildiği ile ilgli sorularım var…

  2. Anonymous

    Hocam affınıza sığınarak bir düzeltme yapmak istiyorum. Malumunuz entelektüel kelimesi “intelectuel” dan geçmiş dilimize. Bu sebepledir ki tek “l” ile yazılması daha uygun oluyor. Rahmetli Cemil Meriç’in “Bu Ülke” kitabında okuyana kadar benim de dikkatimi çekmemişti ama o gün bugündür yeri geldikçe düzelmeye çalışırım.