Çocuklarımızın gelişimlerine ve hayatlarına ilişkin temennilerimizi bir listede alt alta sıralasak benzer noktalarda buluştuğumuzu görebiliriz; sağlıklı olsun, mutlu olsun, iyi bir iş güç sahibi olsun… Hayırlı evlat olsun. Kim itiraz edebilir, ‘hayır, benim çocuğum bunların hiç birisi olmasın’ der ki?
Listeye biraz daha psikolojik içerik kazandıralım dersek, listenin başına ‘özgüvenli olsun’ yerleşir. Özgüvenli olmasın, diyecek bir anne-baba da beklemiyorum.
Özgüvenli nasıl olunur ya da özgüvenli bir çocuk, nedir, nasıldır, sorusunun cevabını ararken ise sıkı bir tartışma çıkabilir.
Kimine göre özgüvenli, lafın altında kalmayan, her konuda fikri olan ya da fikri olmasa bile söyleyecek sözü olan kişidir. Tanımı böyle yaptığımızda, ‘bildiğimiz haddini kendini bilmez bu canım’ diyebilirsiniz.
Başka bir tanım, ‘morali rezil bile olsa hiç bozulmayan, kapıdan kovsan bacadan giren, hiç geri adım atmayan’ ve hatta ‘does not take no as an answer’ (‘Hayır’ diye bir cevabı kabul etmez, demenin özgüvenli bir ingilizce ile ifadesi). Buna da ‘yüzsüz, arsız’ demek isteyenler çıkacaktır.
Özgüven içinde olunan durumla ilişkili bir davranış tarzıdır. Hep aynı kalması beklenmez, yaşananlara göre iniş çıkışlar gösterebilir. Örneğin, üst üste 3 maç kaybeden bir takımın ya da adı defalarca yolsuzluklara karışan bir siyasetçinin aynı yolda aynı minvalde ve aynı yöntemlerle devam etmesi, bir özgüven göstergesinden ziyade yaşananlardan bir ders çıkaramadığını, hatta ne olup bittiğinin farkında olmadığını, farkındaysa da başka bir donanımı olmadığından ötürü aynı yolda gittiğini düşündürebilir. Özgüvenimizin düşüşü, bir sonraki basamakta bizi daha temkinli yapar; hatalarımızı gözden geçirmeye zorlar. Bir yerde yanıldım herhalde diyerek daha farklı davranma yollarını aramamızı sağlar. Özgüveni yüksek tutmanın geçerli yolu olarak yüksekten atıp tutmak, üste çıkmaya çalışmak ve gerçeği çarpıtıp yalan söylemek ise sosyal ve kültürel ortamın neyi makbul gördüğüne göre artıp azalabilir. ABD okul başvurusu yapan gençlerin 2 gün kapısının önünden geçtikleri sosyal yardım kuruluşunu yaz boyu faaliyeti olarak CV’lerine yazmaları ya da kendi yazmadıkları ‘essay’lerin beğenilip kabul edildikleri okullara hak ederek gittiklerine inanmaları özgüven katsayılarına hormonsu bir katkıda bulunabilir.
Peki, kişinin düşe kala büyürken ve gelişirken özgüveni sabit kalmazsa, hayata karşı dayanıklılığını, kendiyle ve çevresiyle ilişkisindeki dengeyi sürdürmesini ne sağlayabilir? Özgüvenden farklı olarak kendimize verdiğimiz değer daha az eylemseldir. Ne yaptığımızla ilgili değil ne olduğumuzla ilgili bir ‘ölçü’ olan kendilik değeri (self-esteem) dış etkilere daha dayanıklı, o sebeple de hatalarımızdan öğrenmemize olanak verir. Yanlışlarımızı kabullenmemiz sorun olmaz, ‘yanıldık’ demekle değerimizden bir şey kaybetmeyiz, kırılmış güvenimizi ise yapabilirliğimiz ölçüsünde arttırabiliriz. Kendimize güvenemediğimiz işlere de girmeyiz, olur biter. Biz bitmeyiz.
Yuvarlak laflar kulağa hoş gelen ve nereye çeksek oraya giden psikolojik –görünümlü terimlerin kafa karıştırıcı olduğunu düşünüyorsanız, ki haklı sayılırsınız, terimleri bir kenara bırakıp, tanımları irdelemeyi tavsiye ederim.
Özgüven, önce (hayatın ilk birkaç yılında) başkasına güven zemininde gelişir. Sonrasında ne yaptıysak ve ne yapamadıysak, özgüvenimiz ona göre iner çıkar. Kişinin kendine verdiği değer ise, bir çocuk olarak kendisine verilen değer ölçüsündedir. Değer emeğin bir ürünü olacaktır.