(2010’da yazılmış bir yazı, bitmeyen konu)
1983’te tıp fakültesini bitirip, çektiğim mecburi hizmet kurasında Gaziantep Oğuzeli ilçesinin tek doktoru olacağımı öğrendiğimde, beni nelerin beklediğini pek bilmiyordum. Karşılaştığım sayısız tıbbi ve sosyal olayla şaşırarak, epeyce deneyim kazandığım o dönemde en etkilendiğim gözlemlerim çocuklar hakkındaydı. Çocukların kendileri ile sınırlı kalmadı bu gözlemler. Çocuğun bir parçası olduğu ve gelişimi için ihtiyaç duyduğu ailesinin ve toplumun, çocuğa bakışını da gözümle görmüş oldum.
Kalabalık, yoksul ailelerin hayatında çocukların yerini kavratan olaylardan birisi aşı kampanyası sırasında oldu. Aşılama için gittiğim Gaziantep’in Barak ovası köylerinde, neredeyse her köyde, ekibimi inekleri, tavukları aşılamaya gelen veteriner ekibi sanıp sevinçle karşılayan köylüler çocuklar için geldiğimizi öğrenince suratlarını asıp, arkalarını dönüp gittiğinde önce meseleyi anlayamadım. Konuyu biraz incelediğimde, köylülerin tepkisini “yaban” kentli doktor gibi görmekten biraz olsun vazgeçtim. Çocukların, sözde gösterilen özen ve sevecenlik bir yana, gerçek sağlık ihtiyaçlarının yetişkinlerinkinden sonraya bırakılması binlerce yıllık bir alışkanlıktı. Bu bakış açısına göre, “çocuklar üretici değer taşımaz, fazla da bir yatırım yapılmamıştır, kolayca gözden çıkartılabilir”. Hani, Nazım Hikmet’in tanımıyla, “sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen” kadınlarımız gibi…
Çocuk sağlığı tarihini okuduğunuzda görürsünüz ki, vahşi kapitalizm döneminin sonlarına ve hümanistik yaklaşımların ortaya çıkışına değin, varlıkları ve sağlıkları pek de önemsenmeyen çocukların tedavi ihtiyaçları da pek önemsenmez. Bu alışkanlıkların etkisinin bir çırpıda ortadan kalkmasını beklemeyelim. Ama bu ihtiyaçların kavranmasındaki eksiklikler, bazen çocukların, hele sorun bir ruh sağlığı sorunu ise, tedavi girişimlerine muhalefet, gereksiz bulma ve çocuklara potansiyel zarar verici yanlarının öne çıkartılması şeklindeki tutumlara dönüşüp, binlerce yıllık alışkanlıkların “muhalif söylem” kılığında devamını sağlıyor. Bu “muhalif” söylemi bugünlerde aşılama için duymaktayız, salgına yok diyip aşıya hayır demeyi marifet sayan sorumsuzluğun sesinin bilimden gür çıkmasına şaşıralım mı? Bilime, uzmanlığa sonunda okumuşyazmışlığa saygısızlık göstermeyi anti- elitist ve egemen siyasi söylem haline gelmiş olduğu bir ülkede olduğumuzda şaşmak yersiz.
Yirmiyedi yıl sonra Barak ovasındaki köylere aşılama için tekrar gitsem, veteriner olmadığımı anlayınca suratını asan köylüler hâlâ orada mıdırlar? Sanmam. Neden mi? Herhangi bir TV programına konuk gittiğimde ücra köşelerinden telefon edip sorularıyla dertlerine derman arayanları, ya da uzak bir kentte çocuklu hayat hakkında konuşmacı olduğumda işigücü bırakıp bu adamı dinlemeye gelip, kendilerinin ve çocuklarının hayatlarına bir başka açıdan bakmayı deneyenleri tanıdıkça, çocukların hayatımızdaki yerinin gerçekten ve her şeye rağmen değiştiğini düşünüyorum.