Geçen hafta Enver Aysever’in TV’deki Aykırı Sorular’ına yeni düzen beyin gelişimine ne kadar uygun sorusuna verdiğim cevaplardan sonra twitter’da devam eden görüş alışverişlerinden ve konuya ilişkin yeni müfredat açıklamasından hareketle cevap bekleyen bir kaç soru daha:
66 ay ve üstündeki çocuklar için düzenlenen 1inci sınıf müfredat içeriği ‘anasınıfı’ özelliklerinde ise, beyin/davranış gelişimleri buna elverebilir. Bu iyi haber. Peki, o zaman sınıfın adı neden 1inci sınıf? Içerik okulöncesi ama öğretmen okulöncesi öğretmeni değil? Son dakikada açılan kursla seminerle okulöncesi öğretmeni yetiştirmek mümkün mü? Bu soruların cevabını araştırmak iokul öncesi ilköğretim alanındaki eğitimcilerin işi. Ama eksik ve gedikleri, ezberci ve yaptırımcılığı hükümetlerüstü olan eğitim sistemimizin paydaşı olan çocuk psikiyatrları ve annebabalar kontenjanından söz söyleme hakkı doğmakta. Ben davranış ve beyin gelişimi kısmına döneyim:
Okulöncesi eğitim veren ama adı 1inci sınıf olan sınıfların boyutu, fiziki özellikleri ve öğretmen formasyonunun nasıl düzenlendiği, kağıttaki eğitimin hayata geçişini belirler. Çocuklar çevrenin kendileri üzerindeki etkisini süzmekte çok başarılı olamadıkları için, dikkatleri kolayca çelinir. ‘Tahtayı’ ya da tableti takip etmek zorlaşır. Kalabalık, gürültülü ve sıkışık mekanlarda öğretmenlerin öğrencilerine erişimleri de kısıtlanır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu semptomlarını taşıyan çocuklar genellikle çevre koşullarının etkisine daha açık, kolayca dağılıp davranış kontrolunu kaybettikleri için ‘yaramaz’, ‘azgın’ ya da ‘dalgın’ gibi sıfatlarla tanımlanırlar. Tabii, her ‘azgın’ ya da ‘yaramaz’ DEHB değildir.
Kendini kontrolun gelişimi. Okullarda aynı sınıf içinde yaşı daha küçük olanların kendilerinden sadece 11 ay daha büyük olanların 2 katı oranda davranış problemi göstermesi ise bu probleme zemin teşkil eden zaafın yaşa bağlı olarak azaldığını düşündürür. Kendini kontrol becerisi zaman içinde özellikle 7 yaş (84 ay ve sonrası) civarında çocukların yarısında tam, yaklaşık %40’ında ise tam olmasa da ‘idare’ edecek kadar mevcuttur.
Beyinde kendini kontrol becerisinden sorumlu alanlar (başta prefrontal korteks) da 7 yaş civarında aynı oranlarda gerekli olgunluğa (kortekste belli bir kalınlık) erişirler. Bu noktadan sonra, ergenliğin başlangıcına (12-14 yaş) kadar gelişmelerini derinleştirirler. Bağımsız gelişmelerini tamamlamış beyin bölgeleri ergenlikte birbirleriyle bağlanarak ortak ve koordinasyon içinde çalıştıkça olgunlaşma yönünde ilerlenir (16-18 yaş).
Tipik gelişen çocuklara göre yaklaşık 2.5 yıl kadar geriden takip eden DEHB tanılı çocuklar ise beyin gelişimlerindeki bu gecikme sebebiyle başka çocuklar için uygun sayılabilecek (açıkçası bu da pek doğru değil, ama öyle varsayalım) eğitim ve davranış kontrol yükünü taşıyamaz durumdadırar.
Gelişim hızı her çocukta, elbette, aynı değildir. Ancak sınıfın ortalama temposundan kopacak kadar geride kalan ve öğrenme ve davranış sorunları gösteren (çoğu DEHB tanılı) kesim genellikle sınıfın % 5-7’si oranındayken, müfredat ağırlığı/uygunsuzluğu, fiziki koşulların yetersizliği, yoksulluk ve toplumsal travma, yetersiz öğretici kadro gibi etkenler bu oranı yukarı tırmandırır. Istanbul’da bir ilçede yaptığımız çalışmada orta-üst sınıfların bulunduğu bölgedeki devlet okullarında oranlar ABD’deki oranlara benzerken, kalabalık göçmen ve yoksul ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü okullarda davranış ve öğrenme sorunu (en sık dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu) gösterenlerin oranı hızla en az iki katına tırmanıyordu.
Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB) özelliklerindeki çocukların oranı artar. 60-71 ay arasındakileri okulöncesi yerine, içerik hafifletilmiş de olsa eğitimcileri, sınıf nüfusu ve fiziki koşulları yeterli olmayan 1inci sınıflara gönderdiğimizde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu oranının iki katına çıkması çok muhtemel olur.
Kağıt üzerinde DEHB tanılı çocuklar için bir çok hak var. 1997 tarihli içerik oalark ilerici sayılacak yönetmelik zaman içinde epey bir budansa da, davranış ve dikkat sorunları olan çocuklara kamunun sorumluluklarını çok iyi tanımlar. Ancak kağıt üzerinde kalmaması mücadeleci annebabalar ve onlara destek olan rehberlik araştırma merkezi uzmanları, öğretmenler ve yöneticilerin varlığı ölçüsünde mümkün olmuştur.
Kamunun görevleri.Örneğin, bu düzenlemelerde sınıfta oturamayan çocuklara ikinci/yardımcı/’gölge’ öğretmen tahsis uygulaması ile yardım sağlama görevini kamu yerine getirmediği gibi, ailelerin bunu organize etmesine de binbir engel çıkartır. Aileleri haklarını kullanmaktan caydırıcı söylemler, eldeki imkanların kısıtlılığı ve öğretmenlerin zaten çok ağır olan yüklerini arttırıcı ek işler eklenmesi gibi makul sebeplerden beslenir. Herkesin kendini çaresiz hissetmesi ile sonuçlanan moral bozucu bu döngüden en çok çocuklar zarar görür.
Yeni düzenlemeler, eski düzenlemede çözülememiş (ama faaliyet raporlarında hallolmuş gibi gözüken) bu sorunların, DEHB özelliği taşımayan çocuklara yayılması olasılığını getirmektedir. Üstelik, okulöncesi eğitim ile kendini kontrol becerileri (ve bir olasılık buna zemin teşkil eden beyin bölgeleri) vakitlice ve yeterince gelişme fırsatı bulabilecekken, bu alan şimdilik tıkanık gözükmektedir.
Birinci sınıf olarak ilan edilen ama okulöncesi müfredatı okutulacağı belirtilen çocukları okulöncesi ilan etmek, gereksiz yük almayı engelleyici olabilir.
Yaygın ve herkese eşit sağlanan okul öncesi eğitim, kişilik gelişimini ve akademik performansı olumlu etkileyecek, toplam 12 yıllık eğitim sürecine ve toplumsal hayata iyi bir başlangıç sağlayacaktır.
Aksi takdirde, sadece sınavda çıkacak soruların cevaplarını ezberleyen, okuyan ama okuduğunu anlamayan, toplama çıkartma yapan ama problem çözemeyen, evinin yolunu tarif edemeyen, çok eğitim görmüş ama hiç bir şey öğrenmemiş gençlerin oranı iyice artacaktır.
Mış gibi yapmanın iyi öğretildiği bir düzenden hepimiz zarar görüyoruz; bu tartışma konusunu siyasi ya da ideolojik bir malzemeye indirgemekle geleceğe yazık ederiz.