Sizin de dikkatinizi çekiyor mu, sanki son birkaç yıldır önce ergenlerin dilinde başlayan “aynen” kelimesi (aslında tek kelimelik cümle) hızla yaygınlık kazandı. Çevremdekilere “bak sen de aynen demeye başladın” derken aynen bana da sıçradı. Kelimelerin ve cümlelerin viral niteliğine aynen’de tanık oldum. İş ciddiye bindi; karşılıklı konuşmalarda aynen cümlesinin kaç kez geçtiğini saymaya başladım. Kafamızı karşıdakini onaylar biçimde sallama hareketiyle aynen demenin eş zamanlı olduğunu gözlediğimde adeta bir buluş yaptığım hissine kapıldım. Bu yazıyı okurken kafanızı yukarı aşağı onaylarcasına sallamıyor, kafanızın içinden ya da sesli olarak aynen demiyorsanız, yüz yüze olmadığımızdandır. Suratıma karşı aynen dememezlik edemeyeceğinizden öylesine eminim ki!
Konuya kafa yordukça, aynen’in herkesin aynı fikirde olduğu, kimsenin kimseyle anlaşmazlık içinde olmadığı, ya da kimsenin kimseye ters düşmediği bir dünya fantezisinin ürünü olduğunu düşünmeye başladım. “Sana katılıyorum, seninle aynı görüşteyim, zaten sen ve ben birbirimizden farklı düşünebilir miyiz ki?” gibi cümlelerle ifade edilebilecek bu eş-düşüncelilik halinin çatışmalardan bıkkınlık gelmiş, çelişkilerden haz etmez bir yeni kuşak fenomeni olduğunu söyleyebilir miyiz? Karşımızdakini olumlarken biz mi ona katılıyoruz, onu bize katılmaya davet mi ediyoruz? Bize katılması görüşümüze ortak olması (gereğinde ayrılabileceği bir ortaklığa girmesi, iştirak etmesi) şeklinde mi? Yoksa, karşımızdaki bizim görüşümüze adeta iltihak edip, görüşümüzün bir parçası haline gelen bir “yavru görüş” mü oluyor?
Konuşmalarda ya da tartışmalarda aynen demeyi bir ters düşme korkusunun işareti olarak değerlendirirsek, aynen meselenin tartışmaya dönüşmesini önleyen bir etki de yapabilir. Sevdiklerimizle, yakınlarımızla hemen her konuda aynı düşünmemiz gerektiğine olan inancımız bir çok çatışmanın ve tartışmanın kaynağı oluyor. Aynı partiye oy vermez, başkanlık sistemi ya da Suriye krizi hakkında tıpatıp (aynen) düşünmezsek, sevdiğimiz insanlarla ilişkimiz yara alacak korkusuna kapılıyoruz (almıyor demek de zor). O zaman, görüşümüzü belli etmeksizin aynenlemeye devamdan başka çare de pek kalmıyor.
Oysa, bir yandan da, çocuklarımıza ya da sevgililerimize, eşlerimize sonsuz düşünce ve seçim özgürlüğü veriyor, her konuda ters düşmek için binbir olasılık sunuyoruz. Okullardaki yemek seçimlerini düşünün, salata bar’ı olmayan özel okul pek göremezsiniz, pahalısından ucuzuna. Tabldot günleri geride kaldı. Ama seçimlerin arttıkça, yemeği beğenmeme olasılı da, azalacağına, artıyor.
Yemeklerden memnuniyetsizlik ifade eden çocuklar (biraz düşündüklerinde ‘yemekler o kadar da kötü değil aslında’ deseler de) birbirleriyle ters düşeceklerine, okul idaresi ya da yemek şirketiyle ters düşmeyi tercih ediyor. Birisine kafa tutuyor gibi gözükme ihtiyacıyla dolup taşan öğrencilerin, o noktada birbirlerine (daha kalabalık ve bir yerde daha güçlü olana) aynen demekte olduklarını da unutmayalım. Buna dayanışma ya da diğerinin görüşüne katılma da denebilir. Ancak bu katılma az önce tanımladığım gibi, ötekinin görüşüne iştirak mi, iltihak mı (ikisi de Türkçe’de katılmak olarak kullanıldığından) belli olmayabiliyor. İştirak taraflar arasında bir tür eşitlik içermekteyken, iltihak asimetrik bir ilişki içinde zayıfın kuvvetli tarafından yutulması gibi tarif edilebilir.
Aynen’cileri eleştiremem. Kendim, kim bilir kaç kere ters düşmeyi, anlaşmazlık yaşamayı savuşturmak için aynenlemiş birisiyimdir. Örneğin, misafir gittiğim evde (bana göre) bilmeden konuşan, saçma ve ayrımcı bir dil kullanan öteki misafiri bozum etmemek için aynenlemesem bile ses çıkartmayıp, ev sahibinin tadını kaçırmamayı öne çektiğimde etik bir sıkıntı yaşasam da arkadaşlık ağır basar.
Bu noktada 1953’ten bu yana tekrar tekrar aynı bulguların elde edildiği ve Asch deneyi olarak bilinen gruba/çoğunluğa uyma deneyini hatırlatayım: Deneyde algılama yargılarının (perceptual judgement) ölçüleceği belirtilir. Denek (üzerinde deneysel gözlem yapılan kişi bir odaya alınır. Odada onun dışında deneyi yapan ekipten 4 kişi daha vardır. Denek bunu bilmez, diğerleri de denek görünümündedir. Deneklerden kendilerine gösterilen iki karttan birincisindeki bir çizginin diğer karttaki hangi çizgi ile aynı boyda olduğunu söylemesi istenir. Denek her zaman sonlarda cevap veren kişidir, kendisinden öncekilerin cevaplarını duyarak sırasını bekler. İlk denemelerde deneyci denekler, deneğin güvenini kazanmak için hep doğru cevabı verir. Daha sonra, bütün deneyci denekler ağız birliği ile aynı yanlış cevabı vermeye başlar. Denek genellikle biraz tereddütten sonra doğruyu görse bile diğerlerinin vermiş olduğu yanlış cevabı tekrarlar, aynenler. Çalışmanın bulgularında, deneklerin yaklaşık % 25’i hiç etkilenmezken, % 75’i en az bir kere bile bile yanlış cevap vermiştir. Bir başka deyişle, aynenlemiştir. Belirtilen gerekçeler: Gruba uymak, ters düşmemek, tatsızlık çıkartmamak ya da yanılabileceğini düşünmektir.
Çoğunluğa ters düşmenin ve gruba uymamanın (bir diğer deyişle sosyal reddin) beyinsel etkilerini araştıran Naomi Eisenberger’in 2000’lerdeki deneylerinde gruptan reddedilmenin beyinde aktive ettiği ana alan talamus olarak tanımlanmıştır. Talamus, fiziksel ağrıda nasıl çalışıyorsa, reddedilme/dışlanma olarak tanımlanabilecek ters düşme sonucu durumlarda da öyle çalışmaktadır. Acı çekmek istemiyorsak, gruba uymak ve aynenlemek daha uygun gelir. Bu deneylerden gündelik hayattaki davranışlarımıza dönük bir sonuç çıkartmak çok çekici gelse de, davranışı bir çok etken belirler: hangi grupla ters düşmemek istediğiniz (örneğin, toplumun çoğunluğu mu, aileniz mi?) gibi. Bir de grubun görüşünün değişken olduğu durumlarda, iyi bir aynenci olmanın işlerin ne yöne gittiğini tahmin etmek gibi bir ek beceri gerektirdiğini not düşeyim.
Ancak, her durumda, aynen sosyal durumlarda o andaki acıyı savuşturan, söylemesi kolay ve yük getirmeyen tek kelimelik güçlü bir cümledir.