“Rezilce, ahlaksızca, açık saçık”, “parlak ifadeler var bol bol, ama ne yazık ki kafaları karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.” Ailenin Ölümü hakkındaki yorumlar bunlardan ibaret değil elbette, ama bu kadarı da David Cooper’ı memnun etmeye yetiyor: “Demek ki doğru hedeflere saldırmışım.” Yine de, 1976’da, yani Ailenin Ölümü‘nün yayımından dört yıl sonra, kitabını tekrar değerlendirirken temkinli. Kitaba kendi bağlamı içerisinde bakılmasını öneriyor.
“Ailenin Ölümü birinci dünya değerlerine bir isyandı”. David Cooper, doğup büyüdüğü üçüncü dünyadan birinci dünyaya taşındığında 25 yaşında, fakülteden yeni mezun bir hekimdi. Ama o 25 yılın üçüncü dünyada yaşanmış olduğunu fark etmesi için 16 yıl İngiltere’de yaşaması, üstüne de birkaç yıllık bir Arjantin serüveninde yer alması gerekti. Tekrar üçüncü dünyaya geldiğinde benliğinde üçüncü dünyaya ait değer bildiği ne varsa ayaklandılar. Ailenin Ölümü‘nde kafa tuttuğu pek çok şeyin zaten olmadığı bir ülke olan Arjantin’de yaşadığı yıllarda Cooper, içtenlik, yakınlık gibi şeyleri tekrar tanıdı ve yaşadı. Ardından, hayat tarzındaki değişikliği üslubuna yansıtmaya karar verdi: “En ısırgan saldırıları, en duyarlı noktalara yapmaktan vazgeçmeyeceğim, ama halime – tavrıma sanki bir tevekkül egemen…”
Cooper “radikal varoluşçu psikiyatrist” olarak tarif edilir. Aynı zamanda antipsikiyatri teriminin mucididir. Bu terimle kendi safını kastettiği sanılagelir. Oysa bu hala devam eden yanlış anlamanın tersine antipsikiyatri ile hastaları tedavi etmeyi başaramadığını düşündüğü, bu yüzden de olması gerekene, amaçladığına antileşmiş, ters düşmüş olan mevcut psikiyatriyi kasteder. Psikiyatrinin yeterince psikiyatri olamamasını dert etmektedir. Ailenin Ölümü, Cooper’ın hayat çizgisinde antipsikiyatri kadar olmasa da önemli duraklardan biridir. Aileye karşı saldırıya geçtiği bu evrenin, 60’lı yılların çiçek-çocuklu, Vietnamlı, karşı-kültürlü havasına pek uyduğunu söyleyen R. D. Laing, kendisinin de başlarda kullanılmış olduğunu düşünür. Ancak o erken ayılmış, çatırdayan bir sistemin tutunulması mümkün, nadir boşluklarından biri olarak gördüğü aileye hiç de karşı olmadığını belirtmişti.
Oysa Cooper için Laing’le yol arkadaşlığı bir dönem ne kadar belirleyiciydi. 1962’de Shenley Hastanesindeki Villa 21 projesinde başlayan bu yakınlığın ilk kitabî ürünü “Akıl ve Şiddet”te felsefi düşünüşleri uyum içinde yanyana duruyorlardı. Varoluşumuza yönelik yok edici girişimlere karşı ‘onların’ silahlarını kullanmaya ta o zaman karar vermiştir. Örneğin yabancılaşmış dili, dilin kendisine karşı kullanarak yabancılaşmış dili yok etmek. Çünkü seks nasıl cinsel aşkı yok etmek üzere icad edildiyse, dil de iletişimi (communication) yok etmek üzere icadedilip ortaklaşmayı (communion) yok etmekte kullanılmakta. Burada strateji, bizi yok etmek üzere tasarlananları, bizi yok edenleri yok etmek için kullanmak ve çok özgül umut alanlarını kurtarılmış kılmaktır.
Cooper kendisini (varolan) sisteme karşı birisi olarak tanımlar. Sistemi soyut bir kategori olarak görmez. İnsanların birarada durdukları ve birbirlerini anlamaktan aciz kaldıkları bir toplumsal praxistir, sistem. Sisteme karşı tek yol ise aşk ve delilik devrimi! Aşk devrimi, cinselliğimizi yeniden keşfetmemizi sağlayacak, delilik devrimi ise benliklerimizi tekrar bulduracaktır. Bunun için öncelikle deliliğin dilini anlamamız gerekir. Bu dil hem bir ihtiyacın, hem de bu ihtiyacı tanımazlıktan gelen bir dünyaya meydan okuyuşun ifadesidir. Cinselliğimizi, hayatlarımızı, özerkliğimizi biraraya getirememekteki beceriksizliğimizi ortaya koyar.
Sevgi ve anlayış üstüne kurulu yeni bir dünya inşa etmek için her yolu kullanmak gerektiğini söyler Cooper. Burjuva toplumunun birey üstündeki kısıtlarını yok etmek için bu şarttır.
Yazının başındaki noktaya dönersek; bütün bunları söyledikten sonra 3. dünyayı (tekrar) yaşamak Cooper için sarsıcı ve etkileyici olur. Ailenin Ölümü‘nü okuyan pek çok kişi kitabı çok “uçuk”, ayakları yere basmayan cinsten olduğunu düşünebilir. Hoş, Cooper’ın da ayaklarını yere basmaya pek gönlü yoktur. Ama 3. dünya toprağına bastığında ayaklarını yere basmanın kendisinin öyle yok edici, “döndürücü” bir şey olmadığını farkeder. Makul olmak neden döneklik olsun ki? Dönüştürmek için arada yere konmak gerekir, sonra da uçuşa devam!
Cooper’ın önermeleri her birimizin beyninde yeniden üretilecek. Bunlar ilk üretildikleri biçime ne kadar yakın olacaklar? Onu bilemem, ama Ailenin Ölümü, Cooper’ın 1960’lı yıllar boyunca Avrupa’da geçirdiği yaşantıların bir ürünüdür. Kitabın beynimizde oluşturacağı çağrışımlar ve yeni bağlantılar kitabın asıl amacıymış gibi geliyor bana. Okurun geçmiş ve gelecek yaşantıları için kopya edilecek bir model olmak Ailenin Ölümü‘nün sonu olur. Oysa o bir başlangıç olma iddiasında.
Cooper’la ilgili olarak en iyi fikir verecek şey galiba kitabın sonundaki ithaf bölümü. Kitabın en güzel ve en “özlü” bölümü. Hiçbir metin, hiçbir önerme sadece, kendisini oluşturan makul sözcük dizilerinden oluşamaz ki… Onları asıl anlamlandıran içerisinde üretildikleri yaşantılardır. Görünen o ki, Cooper’ın da derdi yaşantılar… (1988)
*Ailenin Ölümü kitabı için hazırladığım önsöz yazısı. 1980’lerde genç bir psikiyatri asistanı olarak Deleuze, Guattari, Cooper ya da Laing gibi yaptığım işi göbeğinden sorgulayan, hatta yok etmekten yana olan yazarları okumama şaşmayın. Bu “yıkıcı” bakış açıları bana yaptığım iş neyse onu ciddiye alarak yapmamı, ama kendimi çok da ciddiye almamamı öğrettiler. Kitabın Kıyı yayınlarından çıkmış Türkçe kopyasını bulmak mümkün mü, bilemiyorum. Yayıncı ve çocukluk arkadaşım Şahin Beygu’ya kitabı önerip vermiştim. Bir başka arkadaşım Güzin Özkan’ın çevirisi kitaba sadık ve layık olmuştu. Kitabın İngilizcesinin Şahin’de kaldığını da bu satırları yazarken hatırladım!