Demokratik sistemlerdeki muhalefet ve itiraz hakkının bir özgürlük işareti olduğunu kabul edelim. Bu kabulü “ne pahasına?” sorusu takip etmeli. 1970’lerde yapılmış olan Asch deneyini (topluluğun çoğunluğunun kanısı ile ters düşmek pahasına kendi görüşünü belirtmek ne kadar mümkün sorusunu irdeleyen bir deneysel sosyal psikoloji çalışması) dinleyicilerle paylaştıktan sonra benzer bir paradigma ile yapılan bir deneyde, “kara olduğu halde herkesin ak dediğine kara diyebilen” kişinin, herkesle doğru bildiğini savunma uğruna ters düşerken, beyindeki talamus aktivitesinin şiddetlendiği gözleniyor. Bunun anlamı, herkesin ak dediğine kara demenin fiziksel acı oluşturabileceği…. özgürlük tatlı olmak zorunda değil, demiştim. Özgürce karşı görüş belirtmek ise, “acı”… ancak acı’yı sevmediğimiz de söylenemez.Rahatımızı kaçıran durumlardan uzak durma eğilimimizi engellediğimizde, acı ya da sıkıntıya katlandığımızda, gelişmenin zevkini yaşamıyor muyuz? Fazla uzağa gitmeye gerek yok; sabah sporu yapana kadarki üşenmemiz ile sporu tamamladıktan sonraki ruh halimizi kıyaslayın, yeter.Beklemenin olmadığı ya da beklemenin tedirginlik içermediği durumlarda (örneğin bir sıra olması) “hemen” dürtüsü zihnimizin neandertal bölgelerinden gelip stratejik bölgelerini “block” etmez. Bankalardaki numeratörlerde olduğu gibi… ancak orada da sorun çıkaran bir husus, platin ya da gold card taşıyan bazı müşterilerin diğerlerine göre avantajlı olması, öne geçmesi oluyor. Biri yer, biri bakar örneği, ayrıcalıklı muamele görenlere bu işi gözden ırak bir yerde yapmak (CIP gibi) daha münasip olur.
Trafik ışığındaki 1 saniyelik bekleme bile, hayattan (hep ileri gitmek, scientific american’ da yayımlanan yanılsamada olduğu gibi) kaybedilmiş anlar olarak mı gözüküyor? Beklememize, arkaya düşmemize tahammülsüzlük, o “kayıp”ın maliyetinin bilemediğimiz bir biçimde yüksek olmasından duyduğumuz korku mu?