Salgının Yaşattıklarını Unutmayacağız

*Nuran Çakmakçı’nın sorularından…

05.06.2020

– Bizde bu dönem ne gibi izler bırakacak?
Bir iz bırakacağı kesin, ama ne? Yaşamda başka insanların bize ne dediklerini, ne yaptıklarını bile unutuyoruz ama bize hissettirdiklerini asla unutmuyoruz. Salgın döneminin yaşattığı duyguları hiç unutmayacağız. Başta korku olmak üzere duyguların farkına vararak, duyguların yoğunluğunu kontrol edebiliriz. Belleğimizdeki duygu izlerinin yaşantılarımızı kıskaca almasını, içinden çıkılmaz döngülere düşmeyi önleyebiliriz. Hangi duygular? Olmadık şeyler olmasına duyduğumuz öfke, yapmadıklarımız için pişmanlık, olmasını beklediğimiz ama gerçekleşmemişler için hayal kırıklığı, giden ve gelmeyecek olanın ardından duyduğumuz üzüntü…

– Sizin hikayeniz nerede başlıyor, nasıl bir ailede doğdunuz?
Annemle babam aile hayatını bir ahenk içinde yaşayan, iyi eğitimi önemseyen insanlardı. İzmir’de, yokluk ve yoksunluk çekmeden büyümenin rahatlığından ötürü şanslıydım. Babam çocukken geçirdiği bir kaza sonucu görme yetisini tümüyle kaybetmişti. Babam körlüğünü hayatın bir gerçeği olarak kabul eden, ama hayatını körlüğe teslim etmemiş birisiydi. Annem ona gerçek bir hayat arkadaşıydı. Ben ve kardeşim de bu durumu bir eksik olarak görmeyi aklımıza getirmediğimiz gibi eksiklerin bizi yolumuzdan alıkoyamayacağına ve engellerin aşılabilir olduğuna inancımız doğal bir yoldan oluştu. Babamın gelişime açık düşünce yapısından ve sorumluluklarına sadık kişiliğinden çok etkilendim. Annemle babamın beraberce kurdukları aile ortamında kendimi hep kabul edilmiş hissettim, dayatmalarla karşılaşmadım. Beklentileri yüksekti, ama bunu pek bir yük olarak yaşatmadılar. Başkalarının derdini dert edinen birisi olmayı, hayatta yapmak istediğimiz doğru işler için geç kalmak diye bir şeyin olmadığını ve fırsatların hiç bir zaman bitmediğini babamın bir ömür boyu hayalini kurduğu körler için ödünç kabartma kitaplık projesini 75 yaşında hayata geçirmesiyle öğrendim.

Merak edenler için: Babamın kör bir çocuğun ve gencin engellerle mücadele ederek büyümesini anlattığı Kör Uçuş ve Doğan Cüceloğlu’nun babamla annemin hayatını anlatan Onlar Benim Kahramanım kitapları ailemize ilişkin bilgiler verir.

– Niçin bu mesleği seçtiniz? Bu mesleği tercih etmenizde en önemli etken ne oldu?
Lise ikinci sınıftan başlayarak beynin nasıl işlediğine ve davranışlarımıza nasıl yön verdiğine kafayı takmıştım. Biyoloji, psikanaliz ve psikiyatri kitaplarını okumaya başladım. İnsan davranışındaki farklılıkları anlamak için beyini ve insan organizmasını anlamanın gerektiğine inandım. Ankara Fen Lisesi’ndeki matematik/fen bakış açısının da etkisiyle hekim olmaya, insanı bir bütün olarak anlamak için tıp fakültesine gitmeye karar verdim. Hekimlik ruhsal iyilik ile bedensel iyiliği, bireysel iyilik ile toplumsal iyiliği içi içiçe ele alır. Psikiyatri tıbbın özündeki herşeyi içerir; insanın yaşamaktan, hatta bazen insan olmaktan duyduğu acısına yakın tanık olduğunuz, buna kafa yorduğunuz bir tıp dalı. Bilhassa çocuklar ve gençlerle çalışmak, insanın insan oluşunu adım adım anlamama imkan verdi. Araştırmacılık geçmişim bilimsel bakışı çalışmalarımın merkez ekseni yaptı; hazır cevaplarla yetinmedim, sıklıkla yanılabileceğimi unutmadım.

– Çocukluk hayalinizde meslek neydi, niye yapamadınız?
Liseye kadar belli bir meslek hayali pek kurmamıştım, kısa bir süre fizikçi olmayı düşündüm. Yazar ve çizer olmayı da arzu ettim, yeteneğime güvenemedim. Genel olarak, içinde bilim, öğrenme ve öğretme olan bir iş yapacağımı düşünüyordum. İlkokul 4’te okul müdürümüz Nuri Bey sınıfımıza boş bir dersi doldurmak için geldi, herkese ne iş yapacağını sordu. Sıra bana sıra geldiğinde aklıma bir meslek gelmedi, nereden duyduysam iyi bir şey olduğunu düşündüğüm için “profesör olacağım” deyiverdim, ama hep yaptığım gibi sıraya dirseğimi yaslayarak, kafamla ve vücudumun üst kısmıyla kaykılmış biçimde oturmamı saygısızlık gibi gören Nuri Bey’in bana “bu duruşla hiç bir şey olamazsın” deyişi gözümün önünde. Profesörlüğü pek hayal etmiş olduğumu söyleyemem, ilkokuldan sonra profesör olma fikri uzun süre aklıma bile gelmedi. Önce akademik ünvanı pek önemsemeyen bir hekim oldum, ilk işim psikiyatride yetişmek ve merak ettiğim soruların cevaplarını aramayı öğrenmek oldu. Çok sayıda bilimsel çalışma yaptım, ama onları bir dosya yapıp doçentlik sınavına başvurmaya üşeneceğimi bildiği için dosyamı yakın bir çalışma arkadaşım hazırlayıp yolladı. Biraz tembeldim; bu açılardan. Ama çalışkan ve beni düşünen bir arkadaşım vardı.

 – Bugüne kadar kimlerden etkilendiniz?

Bu uzunca zaman diliminde hayatıma yön veren çok sayıda insan var, kafamda onların listesini çıkartmak, adlarını sırayla yazmak bana keyif veriyor. Hayatta olanlara minnetimi belirtmek için fırsatlar arıyorum sonra. Kariyerimi ve kişisel gelişimimi etkileyen bir kişi dersek, o Yale Tıp Fakültesi profesörlerinden ve meslektaşım James (Jim) Leckman’dır. Jim, klasik bir hocadan çok, karşısındakini merak eden, öğrenerek öğreten bir insandır. Görevini tamamlamış olmasına ve aramızdaki okyanusa rağmen hayatımdan geçip gitmemiş bir insan olarak kalmasını, “insan yetiştirme”yi kendisinin de geliştiği, öğrendiği bir süreç olarak görmesine bağlıyorum. Bu tarzını ben de hayatıma yansıtmaya çalıştım. Çocuklarına düşkünlüğünün, çocuk dünyasına verdiği değerin yansımalarını kendi çocuklarımla ilişkimde bile gördüm.

MUTLU ÇOCUK YETİŞTİRMEK İÇİN SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİM İPUÇLARI
– Çocukların ve gençlerin kendilerini güvende hissettikleri, anlaşıldıklarını düşündükleri bir yaşama ortamı yaratmak umut verir.
– Umutsuzluk ve karamsarlık bulaşır; genetik-fizyolojik yatkınlıklar ile birleştiğinde öldürücü bir hastalık niteliği kazanabilir.
– Çocukları ve gençleri anlamanın bir yolu insanın kendi çocukluğunu hatırlamasıdır.
– Değişmeyen ve değişmeyeceğini düşündüğüm ihtiyaçların başında sevmek ve sevilmek gelir. Çocukluğunda sevilmiş olmak insanın ruh ve beden sağlığını korur, başkalarını sevmesine ve başkalarıyla eşit ve anlamlı ilişkiler içinde beraber olmasına olanak verir. Sevme ve sevilme ihtiyacının karşılanma biçimi önümüzdeki hızlı değişim döneminde farklılaşsa bile ihtiyacın kendisi ortadan kalkmayacak.
– Çocuğun gelişimini anne-baba başlatır, toplum okul gibi kamusal kurumlar aracılığıyla çocuğun gelişimi için gerekenleri sağlayarak sürdürür. Okul ders yapılan bir yerden ibaret değildir; bir toptan gelişim alanıdır.
– Uğrunda yaşamımızı geçirmeye değer amaçlara sahip olabilirsek ve bu yaşam süresince anlamlı ilişkiler kurabilirsek mutlu olduk diyebiliyoruz.
– Mutluluk? Anlamlı ilişkiler kurabilmiş, ailesi ve dostlarıyla beraber bir hayat sürdürmüş insanlar somut amaçlarına ulaşmayı başarmış insanlara göre kendilerini daha mutlu olarak tanımlıyorlar.
– Mutluluk damla damla biriken mini-mutlulukların toplamı. Mini mutluluklarımız neler, bir listesini yapsak mutlu edebilir.
– Bilim mutluluğa nasıl ulaşılacağı konusunu didiklemekte; ama neyin mutlu edeceğini belirlemek bizim sorumluluğumuzda.

AİLE İÇİ İLİŞKİLERDE AÇIK VE DÜRÜST OLUN
Pandemi koşullarında anne babaların çocukların ve gençlerin hayatında bir pusula rolü oynamasına ihtiyaç var. Anne-babaların kendileri de içinde olduğumuz koşulların travmasından etkilenmekteler. Ailenin bu süreç boyunca sürecin sonrasına iyi bir hazırlık yapması yaşam ilkelerini netleştirmesi ve uygulaması ile gerçekleşir.

Davranışlarının ve kararlarının başkaları üzerindeki etkilerini düşünmek, başkalarına zarar vermemeye çalışmak.

– Beraberce bir konuyu konuşma alışkanlığı, görüşlerinizi birbirinize kabul ettirmeye çalışmaksızın, bir diğerinizin neden öyle düşündüğünü anlamaya çalışarak konuşmak.
– Çocukların neye ihtiyaç duyduklarını, ne istediklerini sormak. “Nasılsın?” sorusuna “iyiyim” dışında cevap verme hakkı tanımak.
– İstemediğiniz yönde hareket ettiklerinde darılma, küsme ve gönül koyma gibi yaptırımları hiç uygulamayın. Başkalarından kendi yapmaktan kaçındığınız hiç bir özveriyi istememek.
– Doğru bilgi kaynaklarından yararlanmayı öğrenmek, bilimin ve bilimsel düşüncenin bu salgın durumunu nasıl açıkladığını ve öngörülerini anlamak.

MESLEĞİNDE BAŞARILI OLMAK İSTE YEN GENÇLER BUNLARA DİKKAT!
– Yazarak düşün (el ile yazmak otomatik bir süreç olduğu için yazma için ayrı çaba gerekmez; el hareketleri ile beyinde yarattığın aktivite dil/düşünce bölgelerini aktifleştirir)
– Karşıt görüşte birisinin fikirlerini dinle, benimsemeye çalış. Şikayet eden birisine kulak ve hak ver (ki seni harekete geçirsin)
– Roman oku, tiyatro izle, iyi filmlere bak (başkalarını anlamayı öğrenmek, farklı perspektifler edinebilmek için eşsiz bir fırsat)
– Sürüncemede bıraktığın herhangi bir işin ilk bölümünü yap (büyük projelerin adamı olmaktan vazgeç ki büyük projeler yapabilesin, ilk bölümün gerisini getirme)
– Yapmayı tasarladığın işe kafandaki bitmiş en son halinden başla; süreci geriye doğru, başa kadar sararak atman gereken adımları belirle (sürecin değişik yöne gitme olasılıklarını daha iyi görmeni sağlar.)
– Bir seferde bir iş yap (bir yandan televizyon seyredip, bir yandan yemek yeme… Bir tercih yap, bir şeyden vazgeç)

BAŞARININ PÜF NOKTALARI
– Başarı üstlenilen ve başlanan işi bitirmek için gerekeni yapmakla başlayan ve sonuç kadar gidilen yolun da belirleyici olduğu bir süreç.
– Başarıp kazanamayanlar ve kazanıp başaramayanlar ayrımına dikkat. Başarma/kazanma ekseninde başarabilenlerin önemli birkaç özelliği baskıya dayanıklılık, hızlı olmak, ama acele etmemek, engellerden yılmama, yeni yollar arayıp bulma. Duygularının farkında olup duygularını yönetebilenlerde bu özellikler belirgin.
– Tek başına başarı yok, işbirliği olmadan olmaz. İşbirliği başkası için bir şey yapmayı, kendinize o an fayda getirmeyecek işlerle uğraşmayı gerektirebilir. Sosyal ilişkiler dünyası başkalarını anlamaya, onların yaşadığı zorluklara kayıtsız kalmamaya dayalıdır. “Sevinçte ve tasada ortak” toplumlar gibi.
– Güvenebileceğimiz kişiler yoksa, sadece kendimize güveniyorsak, bu tehlikeli bir yalnızlık.
– Kavgacılık ile mücadeleciliği karıştırmayalım. Geçimsizlik, kendi bildiğini başkasına zorla kabul ettirmeye çalışmak anlık kazançlar getirebilir. Ama, başarı bir kazançlar ve kayıplar toplamıyla hesaplanır.
– Dürüstlüğün modası geçmez. İlk önce kendinize karşı dürüst olarak başlayın.
– Fazladan bir şey yapmaktan, vermekten çekinmeyin, hele yapıp yapmamakta bir tereddüdünüz varsa. Büyük olasılıkla bir ihtiyacı görmüşsünüzdür.
– Bir şeyi eksik yapmaktan, eksik bırakmaktan kaçının. Tamamlanmamış işler moral bozar.