Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB); dikkat ve dürtü kontrolünün yetersiz olduğu, çocuğun içinde olduğu sosyal durumun gereklerini yerine getirmekte zorlandığı bir problem grubu. Dürtü kontrolünün yetersizliğinin sonucunda ortaya çıkan duruma uygunsuz davranışlar sınıf içindeki akış ve düzene uyumu engelleyerek hem öğrenmeyi hem de çocuğun sosyal algılanışını bozarlar. Nörobiyolojik mekanizmasının beyin gelişiminde özellikle dürtü ve dikkat kontrolünü sağlayan ön beyin bölgesinin gelişimindeki ve diğer bölgelerle bağlantılarının oluşumundaki bir gecikmeye bağlı olduğu düşünülüyor. Gecikmenin en belirgin ve etkili olduğu yaşların 5-7 yaş (ve 12-14 yaş) aralığı olduğunu gösteren beyin görüntüsü çalışmalarına paralel olarak bozukluğun semptomlarının en çok kendini belli ettiği dönem. Okul yükünü taşımaya hazır olmayan bir kesim çocuk sadece DEHB’lilerden oluşmuyor. Normal (gecikmesiz) gelişen çocuklarda 5-7 yaş döneminde ay farklarının bile beyin gelişimindeki farklılıkları belirginleştirici etkisi var. Bu etkinin davranışlara nasıl yansıdığını inceleyen bir araştırmanın sonuçlarını incelediğimizde 60 ay ile 72 ay arasındaki farkın ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz (Eider T, J Health Economics; 2010).
ABD’de 1 Eylül’den önce doğanların ilkokul birinci sınıfa başladığını düşünürsek (1998 yılında başlayan bu çalışmada), Ağustos 1992 doğumlular o sezon başlayanlar içindeki en küçükleri, Eylül 1991 doğumlular ise en büyükleri oluşturuyor. Bu çocukları her yıl DEHB belirtileri ve okul başarıları açısından değerlendiriyorlar. İlk sınıfta, en büyük yaştaki Eylül doğumluların yüzde 4.5’i DEHB tanısı alabilecek kadar davranış sorunu gösterirken, aynı sınıftaki en küçükler olan Ağustos doğumluların yüzde 10’u DEHB tanısı alıyor.
Bu ne demek? Aynı koşullarda okula gidip, genetik ve çevresel olarak aynı riskleri taşıyan çocukların arasındaki ay farkı arttıkça, DEHB rahatsızlığında görülen belirtilerin oranı yaşı küçüklerde iki katı daha fazla görülüyor. Özellikle okul ortamında belirgin olan bu çok sayıda belirti ve DEHB tanısındaki yükseklik eğilimi 8’inci sınıfın sonuna kadar devam ediyor. Okula başlangıçta küçük/erken başlayanlar DEHB tanısını alacak kadar sorun yaşıyorlar. Tanıyı alanların yarısı ilaç ile tedavi oluyor.
Aynı çocuklar eğer daha geç başlasalardı, bu tedaviye ihtiyaç olmayacak mıydı? Bu çalışmaya bakarak cevap vermek zor. Ancak her durumda, “aman bir an evvel okula başlasın” diyerek ailelerin ya da devletin yanlış hesapları sonucu erkenden başlatılan çocukların dikkat ve davranış sorunlarını yaşama olasılığını kendi elimizle arttırmış oluyoruz.
Öğretmenlerin çoğunun deneyimleriyle zaten bildiği bu durumu akılda tutarak, aynı sınıfta ancak daha küçük (ay farkıyla) olan çocuklara daha yakın destek vermesi, DEHB belirtilerinin kısmen de olsa yaşlarına bağlı bir gelişim gecikmesiyle ilişkili olabileceğini düşünmesi gerekir. Bu çocukların daha okulun ilk günlerinden başlayarak okulun getirdiği yüklerin altında ezilmesini önleyebilirsek, okuldan ve öğrenmekten soğumalarının, toplumsal kimliklerine ‘uyumsuz’ yazılmasının önüne geçebiliriz.
Okurlarımızın bir kısmı ‘uyumsuz’u olumlu anlamda görebilir; ama bu çocuklar için kendi seçtiklerinden ziyade sürüklendikleri bir uyumsuzluk söz konusu. Bundan mutluluk ya da onur duymuyorlar.
Küçük yaşta, uygun okul öncesi eğitim almaksızın, fabrika binası gibi sevimsiz ve oyunsuz okulların kalabalık sınıflarına soktuğumuz çocukların durumuna sahte gözyaşları dökmeden önce yaşlarını doğru hesaplamak bile bir olumlu adım olacak.