Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının hayata geçirilmesine dönük eğitim kampanyalarından bir tanesi yakın zamanda AB/MEB/BritishCouncil işbirliği ile başladı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedir’i tanımlamak yerine Anadolu’nun ücra bir köyündeki anne-baba seminerine katılan bir kadının çocukluğundan hatırladığını aktarayım: “Çocukken annem haftada bir sulu köfte yapardı; köftesini erkek kardeşlerim yerdi. Ben ise yıllarca köftenin suyuna ekmek bandım, köfteyi yiyemedim.” Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini aşmak için değişik düzeylerde yürütülen duyarlılık ve eğitim kampanyaları bu amaca hizmet edebilir mi? Bir başka deyişle, eğitim şart, ama yeter mi?
“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz”
İyi niyetli ve sözünde samimi bir çok kişi âdeta istemeden, fark etmeden davranışlarında cinsiyetçi yaklaşım gösterir. Kızına köftenin suyundan fazlasını layık görmeyen anne, kadınlara hürmeti sonsuz ama ayrımcı bir erkek bu davranışları diğerini sevmediği ya da öyle olması gerektiğine inandığı için değil, ama “işte öyle” olduğu, içinden öyle geldiği için yapar. Bu içten geleni belirleyen neler vardır? Cinsiyetçiliği ya da başka ayrımcılıkları “sözde” reddetsek bile eylemlerimize etkisinden kendimizi arındıramıyorsak, bir sebebi ya da mekanizması var mıdır?
Bir tür “otomatisite” içinde ortaya çıkan ayrımcı söylem karar anlarını “fark ettirmeden” etkileyerek, kararlarımızdaki nesnelliği bozar; yanlı kılar. Bu fark ettirmeden olan etki, terminolojideki adıyla, zımni yanlılık iki yoldan kendini gösterir.
Basmakalıp yargı (stereotipleme) ve duygusal yanlılık (“affective bias”).
Basmakalıp bir yargı, tekrarlandıkça pekişen, bir içeriği olan (“kadınlar duygusaldır, mantıkla hareket etmezler” gibi genellemeler), dilimizde aklımızda olan bir düşünce, bir beklentidir. Beklenmedik bir noktada “pat diye” ağzımızdan çıkar; karar verirken basmakalıp ve genelgeçer bir yargıyı doğru kabul edip kararı bir an evvel vermemize, kesip atmamıza yol açar.
Duygusal yanlılık (affective bias) ise bir gaz gibi, varlığını hissetmesi ve tanımlaması zor ancak etkisi güçlü bir olguyu tanımlar. “İçten” gelen, muhakemeyi “bypass” geçen bir duygusal yan tutma eğilimidir. İliklerimize işlemiş bir alışkanlığın etkisiyle kararlarımızda yanlılaşabiliriz. Örneğin, olumlu ve ‘kadınsı olmayan’ bir özelliği bir kadına yakıştırıp yakıştırmadığımızın sorulduğu ve yanıtımızın hızını aynı işlemi bir erkek için ne süratte yaptığımızla kıyasladığımızda ölçtüğümüzde, kadınlara olumlu yakıştırma için daha fazla oyalanıyor, kadına olumsuz bir özelliği yakıştırırken aynı tereddüdü göstermiyoruz.
Nasıl başa çıkılır?
Basmakalıp yargılar ile istenmeyen söylemleri durdurarak, zihinde yargıların alternatiflerini üretip yönlerini değiştirerek mücadele edilebilir. Bir anlamda kendini (dilini!) tutma da diyebileceğimiz kontrol eylemi için beynin önbölgesinin dış kısımlarını (lateral prefrontal korteks, LPFC) harekete geçirecek davranışlarda bulunuruz. Beynimizdeki aktivitenin bedeli, zahmeti yüksek miktarda şeker tüketimi olur.
Duygusal yanlılık ise gaz’si, elle tutulur gözle görülür olmayan özellikleri nedeniyle dikiş tutmayan bir kumaş gibidir. Didaktik eğitimlerin muhatabı olan LPFC duygusal yanlılık kontrolunda rol oynamaz. Ancak, duygusal yanlılığı aktivitesinin azalttığı düşünülen medyal prefrontal korteks (MPFC) in temel işlevi bir ipucu verir.
O da bir insan. MPFC insan/diğer ayrımını yaptığımızda aktifleşen beyin bölgesidir. Hayat için gerekli bu evrimsel işlev, karşımızdaki “insan mı değil mi?” sorusunun doğru cevabını bulmaya yarar. Karşımızdakinin bir insan olduğunu beyin/zihin düzeyinde fark etmek yaklaşımımızdaki yanlılığı değiştirebilir.
Başkasının insan olduğunun farkına varmamız edebiyat, film, sanat gibi anlatılar aracılığı ile mümkündür. Bire bir etkileşim ve işbirliği gerektiren beraberlikler de aynı etkiyi yapar. Diğer kişinin insan olduğunu fark edip anladıkça, duygusal yanlılığı harekete geçiren düşman saptama (ve ilan etme) mekanizmalarımız susar. Aktifleşen beyin bölgesi ister “insan tanıma merkezi” (MPFC) olsun, ister “akla geleni kontrol merkezi” (LPFC) olsun, işlemler hiç bir şey yapmamaya göre zahmetlidir; zihni yorar, rahatı kaçırır. Zahmetten kaçınma eğilimimiz devreye girince, iliklerimize işlemiş ayrımcılık yanlılıklarımız sezdirmeden (sözümüz farklı olsa da) kararlarımızı belirler.
Zahmete katlanmaktan, rahatını bozmaktan kaçınmayan kişilerde ise MPFC’nin bypass edilmesi pek kolay değildir. Hayatın içinde zorlukları beraber göğüsleyen, biribiriyle işbirliği ve dayanışma içinde olan iki cinsiyetten (ya da birbirine karşı başka sebeplerle yanlılaşmış) insanlar birbirlerinin insan olduğunu “beyinlerine nakşederek öğrenir”, bir daha da unutmaz. Böylece, seçimlerimizi zımni yanlılıklarımızla değil sözü özü bir olmamızı sağlayan yaşantılarımıza dayanarak insanca yapabiliriz.
–
[1] Daha fazla incelemek isteyenler Mahzarin Banaji (Harvard, Sosyal Psikoloji) gibi yazarların çalışmalarına bakabilirler.