*Bu yazı Stajyer Psk. Mısra Gürol, Güzel Günler Kliniği tarafından yazılmıştır.
Ruh sağlığı, dünya çapında kritik bir halk sağlığı sorunudur. Yetişkinlerde herhangi bir ruhsal bozukluğun yaşam boyu yaygınlık oranı %46,4 iken ergenlerde bu oran %46,3’tür. Ergenlik dönemi, ruh sağlığı bozukluğuna müdahale etmek için uygun bir dönemdir, çünkü birçok ruh sağlığı sorunu 20 yaşından önce başlamaktadır. Ağır ruhsal bozukluğu olan birçok genç bireyin genel olarak ruh sağlığı hizmeti almadığı göz önünde bulundurulduğunda, ruhsal bozukluk damgalaması gibi ruh sağlığı tedavisinin önündeki engeller, gençlerin sağlık yörüngelerini iyileştirmek ve yaşamlarının sonraki dönemlerinde ortaya çıkabilecek sorunları önlemek amacıyla ele alınmalıdır. Bu nedenle birçok araştırmacı, sağlık çalışanları ve sosyal hizmet görevlileri ruhsal bozukluk yaşayan bireylerin yaşam hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak için güçlerini birleştirmiştir.
Stigma, bir diğer adıyla ‘damgalama’ Goffman (1963) tarafından ‘’toplumun bir üyesi olan insanın herhangi bir özelliğinden dolayı yine toplum tarafından itibarının sarsılması’’ olarak tanımlanır. Stigma, ruh sağlığı olan bireylere ve topluluklara zarar verir ve bunun yıkıcı sonuçları vardır. Damgalamadan kaçınma davranışı, bireylerin dışarıdan gelen olumsuz tepkilerden kaçınma amacıyla ruh sağlığı sorunları için yardım aramamayı tercih ettiği durumları ifade eder (Corrigan, Roe ve Tsang, 2011). Bu kaçınma davranışı sonucunda bireylerin istihdama, eğitim fırsatlarına, sağlık hizmetlerine ve barınmaya erişimleri engellenir ve bu bireyler toplumun dışında kalır.
Ruh sağlığı stigmasını oluşturan ön yargı ve ayrımcılık, etkili tedavi yöntemleri ve tedavi arama arasındaki kopukluğun önemli bir nedendir. Ruh sağlığı konusundaki farkındalık son on yılda önemli ölçüde iyileşmiş olsa da birçok insan hala tedavi aramak konusunda tereddüt etmektedir ve başladıkları tedaviyi erken bırakmayı tercih etme eğilimi göstermektedir. National Comorbidity Survey Replication sonucunda elde edilen bulgulara göre ruh sağlığı sorunu yaşayan ve tedavi aramayan katılımcılar %45 oranındadır (Mojtabai ve diğerleri, 2011). Ruh sağlığı tedavisine başlamayı tercih eden hastaların yaklaşık beşte biri tedaviyi erken bırakır ve tedaviyi bırakma davranışlarının %70’inden fazlası birinci ve ikinci tedavi seansından sonra gerçekleşir (SAMSHA, 2012). Düşük gelirli ve sigortasız hastaların da bakım hizmetinden erken ayrılma davranışında oldukları görülmektedir. Ruhsal bozuklukların oranları ırksal ve etnik gruplar arasında nispeten benzer olsa da ırk-etnik gruplar arasında tedavi oranlarında önemli farklılıklar vardır. 2011’de beyaz yetişkinlerin %16’sı ruh sağlığı hizmeti alırken siyahilerin sadece %7,6’sı, Hispaniklerin %7,3’ü ve Asyalıların %6,5’i tedavi gördüğü belirtilmiştir (SAMSHA, 2012). Irk ve ruh sağlığı hizmeti kullanımı arasındaki ilişkiye sosyoekonomik durumun kısmen aracılık ettiği ve bazı yoksul azınlık etnik grupların tedavi oranlarının çok düşük olduğu görülmüştür (Alegria ve diğerleri, 2002).
Goffman (1963), stigmanın sosyal açıdan bireyi itibarsızlaştırdığına ve insanları haksız yere toplum tarafından reddedilmeye ittiğini savunur. Sosyal psikologlar, kişisel bir deneyim olan ve klişe, önyargı barındıran damgalanmayı daha genel, davranışsal sonuçlardan ayırırlar. Stereotipler, bir grup hakkındaki zararlı ve saygısız inançlardır. Örneğin ruhsal bozukluğu olan kişilerle ilgili inançlar arasında tehlikeli ve öngörülemez olma, hastalıkları için suçlanma ve iyi bir iş ya da yaşam gibi hedeflerin çoğuna ulaşmakta yetersiz olma yer alır (Angermeyer ve Dietrich, 2006; Rüsch, Angermeyer ve Corrigan, 2005). Stereotipler ruh sağlığı bozukluğu durumuna göre değişkenlik gösterir. Örneğin, tehlikelilik genellikle ruhsal bozukluğu olan insanlara ve madde bağımlılığına atfedilir. Ruhsal bozukluğu olan kişiler genellikle yetersiz olarak görülürken madde kullanımı olan kişiler ahlaksız olarak nitelendirilir. Ruhsal bozukluğu olan kişilerin tehlikeli olduğuna inanmak, korkuya, işverenlerin onları işe almak istememesine veya sağlık hizmeti tarafından standartların altında tıbbi bakım görmelerine sebep olur (Corrigan, 2005). Damgalamaya maruz kalan kişi bu önyargıyı içselleştirir ve damgalama modelinin dört aşaması vardır; a) İnsanlar ruh sağlığı bozukluğu damgalamasının farkındadır ‘’Kamu ruhsal bozukluğu olan kişilerin tehlikeli olduğunu düşünür.’’, b) Damga ile anlaşma ‘’Evet, bu doğru. Ruhsal bozukluğu olan insanlar tehlikelidir!’’, c) ‘’Benim ruh sağlığı sorunum var, o zaman ben tehlikeliyim!’’ inancının yerleşmesi, d) Benlik algısı üzerindeki olumsuz etki ve utanç duygusu ‘’Ruhsal bozukluğum olduğu için ve tehlikeli olduğum için diğer insanlara göre yetersizim’’. ‘’Neden iş arayayım ki? Benim gibi biri iş sahibi olmaya layık değildir. Benim gibi biri bunu başaramaz.’’, gibi içselleştirmeler damgalanan bireylerin ifadelerinde görülür.
Bakım arama ve tedaviye katılım, birey bakıma muhtaç olarak algılanan fiziksel veya duygusal bir durum yaşadığında başlar. Bu durumu ‘’stres’’, ‘’psikiyatrik hastalık’’ veya ‘’ruh sağlığı sorunu’’ olarak etiketlemek, kişiyi ruh sağlığı hizmetlerinde bakım aramaya yönlendirir. Etiketleri içeren kelimeler, bakım aramayı teşvik etmede önemlidir. Örneğin bir üniversite öğrencisi ‘’psikiyatrik bir hastalığa’’ sahip olmak yerine ‘’ruh sağlığı sorunu’’ için ‘’danışman’’ aramaya daha istekli olabilir. Etiketleme, aynı zamanda insanların damgalanmaktan kaçınmak için bakım arayışından vazgeçtiğine bir işaret de olabilir; ‘’Psikiyatriste gitmem gerekmiyor, ben deli değilim!’’.
Ruh sağlığı bozukluğu olan kişilerin herhangi bir topluluktan dışlanmasını önlemek ve gençlerin ruh sağlığı hizmetlerinden yararlanmalarını kolaylaştırmak için damgalanmanın azaltılmasına ve farkındalığın artırılmasına ihtiyaç vardır. Gençlerin ruhsal bozukluklara yönelik damgalayıcı tutumlarına ve damgalamayı azaltmaya yönelik eğitimsel müdahalelere büyük önem verilmesi gerekmektedir. Damgalamayı azaltmanın amaçları iki yönlü olabilir: 1) sosyal dışlanmanın önlenmesi 2) gençler arasında ruhsal bozukluklara yönelik tedavilerin kolaylaştırılması. Birinci hususla ilgili olarak, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Psikiyatri Birliği (WPA), insanların ruhsal bozukluğa yönelik damgalanmasının toplumumuzda ciddi bir sorun olduğunu kabul etmiştir, çünkü damgalama, ruhsal bozukluğu olan insanlar için çeşitli dezavantajlar yaratmaktadır. Bu dezavantajlar sosyal dışlanma, insan haklarının ihlali, ayrımcılık, gelir eşitsizliği (yoksulluk) ve işsizliği içerir ve bu durum, sosyal kabulde azalmaya yol açar. Bazı araştırmalar, insanların konuya dair farkındalıklarını artırmak için ruh sağlığı bozukluklarının biyolojik nedenleri hakkındaki bilgilerin yaygınlaştırılmasının önemini vurgulamıştır. Bazen ruhsal bozukluğun bir nedeni olarak beyin hastalığı hakkında bilgi edinmek, damgalamayı azaltmada etkili olabilir. Corrigan ve Watson, ruhsal bozuklukların nedenleri hakkında biyolojik ve psikososyal açıklamalar arasında dengeli bir yaklaşım tutmanın daha iyi olabileceğini öne sürer. Bu nedenle, bilgilerin hem beyin yapılarını hem de psikososyal risk faktörlerini içermesi önerilir. Aynı zamanda yapılan araştırmalar sonucunda uzmanlar, kanıta dayalı bir damgalanma azaltma stratejilerinin hedeflerini a) ruhsal bozukluk yaşayan insanları desteklemek ve güçlendirmek; (b) halk üyelerinin ruhsal bozukluğa karşı nasıl düşündüklerini, hissettiklerini ve nasıl davrandıklarını geliştirmek ve (c) ruh sağlığı sorunu yaşayan kişilerin haklarını ve fırsatlarını kısıtlayan mevzuat, kurumsal politikalar ve mesleki uygulamaları ele almak olarak tanımlarlar.
Ruhsal bozukluklar konusundaki farkındalığı artırmaya yönelik çalışmalara rağmen ekonomik olarak daha az gelişmiş ülkelerde yeterli kaynakların bulunamaması veya teşvik eksikliği nedeniyle ruh sağlığı konusunda halkı bilinçlendirme arka planda kalmıştır (Sherer, 2002). Buna rağmen ruhsal bozuklukların birçok durumda düşük maliyetli müdahaleler ile de hafifletilebileceği artık bilinmektedir (Patel ve Thara, 2003). Presidential World Psychiatric Association (WPA)’ın Çocuk Ruh Sağlığı Küresel Programı, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve International Association for Child and Adolescent Psychiatry and Allied Professions (IACAPAP) ile iş birliği içinde bu eksikliğe yanıt vermek için toplumun farkındalık düzeyini artıracak projeler yürüttüler. Bu projelerin birincil amacı, dünya çapında böyle bir programın uygulanmasına rehberlik etmek ve çocuk ruh sağlığı bilincini teşvik etmek için uygulanabilir bir strateji geliştirmek ve test etmektir. Bu nedenle bu projenin hedefleri şunlardır: 1) özellikle yetersiz kaynaklara sahip ülkelerde, uluslararası kullanıma uygun bir kaynak el kitabı geliştirmek, 2) çocuk ve ergen ruh sağlığı bilinçlendirme kampanyalarının uygulanmasına rehberlik etmek ve 3) bu kampanyaların yürütülmesinden kaynaklanan çocuk ve ergen ruh sağlığı hakkındaki bilgi, tutum ve anlayıştaki değişimi değerlendirmek için araştırma yapmak. Genel olarak kampanya sonrası her ülkedeki anket katılımcıları, kültürlerdeki, kampanya yöntemlerindeki ve ekonomik refahtaki farklılıklara rağmen çocukların ruh sağlığı sorunlarına ilişkin bilgi ve anlayışlarının arttığını bildirdiler.
Genel olarak stigma, belirli sağlık koşulları da dahil olmak üzere kişisel özellikleri temelinde insanların değersizleştirildiği veya itibarsızlaştırıldığı sosyo-kültürel süreci tanımlar. Ruhsal bozukluk ile yaşayan birçok insan için damgalanma, umutsuzluk, azalan özsaygı, gecikmiş yardım arama, azalan yaşam kalitesi ve daha kötü klinik sonuçlar gibi bir dizi olumsuz sonuca önemli bir katkıda bulunur. Damgalanmanın ortadan kaldırılması ve ruh sağlığının öneminin kavranması, ruh sağlığı sorunu yaşayan kişilerin yaşamlarında küresel iyileştirmeler yaratmak için hayati önem taşımaktadır. Damgalanmanın kişisel, sosyal ve ekonomik zararlarının farkında olarak, bütün ülkeler, bütün sağlık çalışanları ve sivil toplum kuruluşları bu sorunu çözmek için seferber olmalıdır.
Referanslar
- Beate Schulze (2007) Stigma and mental health professionals: A review of the evidence on an intricate relationship, International Review of Psychiatry, 19:2, 137-155, DOI: 10.1080/09540260701278929
- Christina W. Hoven, Thao Doan, George J. Musa, Tea Jaliashvili, Cristiane S. Duarte, Emilio Ovuga, Fuad Ismayilov, Luis A Rohde, Tatjana Dmitrieva, Yasong Du, Maruke Yeghiyan, Amira Seif El Din, Alan Apter, Donald J. Mandell & Wpa Awareness Task Force (2008) Worldwide child and adolescent mental health begins with awareness: A preliminary assessment in nine countries, International Review of Psychiatry, 20:3, 261-270, DOI: 10.1080/09540260801995950
- Corrigan PW, Druss BG, Perlick DA. The Impact of Mental Illness Stigma on Seeking and Participating in Mental Health Care. Psychological Science in the Public Interest. 2014;15(2):37-70. doi:10.1177/1529100614531398
- Jan Horsfall, Michelle Cleary & Glenn E. Hunt (2010) Stigma in Mental Health: Clients and Professionals, Issues in Mental Health Nursing, 31:7, 450-455, DOI: 10.3109/01612840903537167
- Kelly, C.M., Jorm, A.F. and Wright, A. (2007), Improving mental health literacy as a strategy to facilitate early intervention for mental disorders. Medical Journal of Australia, 187: S26-S30. https://doi.org/10.5694/j.1326-5377.2007.tb01332.x
- Livingston, J.D., Tugwell, A., Korf-Uzan, K. et al. Evaluation of a campaign to improve awareness and attitudes of young people towards mental health issues. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 48, 965–973 (2013). https://doi.org/10.1007/s00127-012-0617-3
- Salerno, J.P. (2016), Effectiveness of Universal School-Based Mental Health Awareness Programs Among Youth in the United States: A Systematic Review. J School Health, 86: 922-931. https://doi.org/10.1111/josh.12461
- Vanessa Pinfold, Graham Thornicroft, Peter Huxley & Paul Farmer (2005) Active ingredients in anti-stigma programmes in mental health, International Review of Psychiatry, 17:2, 123-131, DOI: 10.1080/09540260500073638
- Yamaguchi, S., Mino, Y. and Uddin, S. (2011), Strategies and future attempts to reduce stigmatization and increase awareness of mental health problems among young people: A narrative review of educational interventions. Psychiatry and Clinical Neurosciences, 65: 405-415. https://doi.org/10.1111/j.1440-1819.2011.02239.x