Pandeminin mekanı ve zamanı yok. Afetlerin çoğu belirli bir bölgeyi etkiler. Pandemi bir kasırga, deprem veya orman yangını değil. Kasırga, yangın ve deprem gibi felaketler zaman ve mekan açısından sınırlıdır. Bir yerde ve bir vakitte biterler. Verdikleri hasar sürer gider. Ama pandemi, zaman ve mekan aşırıdır. Şu anda bu kentte bu mahallede yoktur, yarın birden peydahlanıverir. Güvenli bölge diye göreceğimiz hiç bir yer kalmaz. Güvenli bildiğimiz yerlerin güvenli olduğundan (güvensiz olduğundan da) emin olamamamız duygu yoğunluğunu arttırır.
Nerede güvende olduğumuzu bilemezsek, ne zaman güvende olduğumuzu da bilemeyiz. Yaz aylarında duraklamıştır, bitti sanırsınız, tekrar başlar. Normalde bir olayın, bir felaketin bir başı ve sonu olur, sınırları belirlenmiştir. Ancak salgınlar düzgün, düzenli ve öngörülebilir sınırlara sahip değiller; dalgalar halinde gelirler, alçalıp yükselirler ve iyileşme, işlerin iyiye gitme dönemini bilinmez, kestirilemez bir hale getirirler.
Bu belirsizlikle ve bilinmezlikle başa çıkmak için önce zihnimizde pandemiye bir mekan arıyoruz. Çeşitli ülkelerden bir grup çocuk psikiyatrı hekimle yapılan (Andres Martin, kişisel yazışma) araştırmada hekimlerden birer selfie istendiğinde selfielerin çekildiği mekanların çoğu boş ve geniş alanlar olmuş. Boşluk, durağanlık ve boşluğu yokluklarıyla yaratanlara özlem ve yokluklarından duyulan üzüntü resimlerin duygusu adeta.
Duruma ayak uydurmaya çalışırken, yaşam ritmimizde değişiklikler, ya da altüst oluşlar ile karşılaşıyoruz. Kişisel olan ile mesleki olan mekan ve zaman açısından içiçe geçiyor, bir odadan diğerine geçiş, hatta bir koltuktan kalkıp diğerine geçiş basitliğindeki mesafelenmeyle mekanlar arasındaki birkaç metrelik yollar hızlıca aşılıyor. “İş, ev, okul” üçlüsünü aynı zaman aynı mekana sıkıştıran bu durum zihnimizin zaman mekan ayarlarını altüst ediyor.
Pandemi döneminin duyguları. Hangi duygular? Birkaç ay olmadık şeyler olmasına duyduğumuz öfke, yapmadıklarımız ya da başka türlü yapabileceklerimiz için pişmanlık, olmasını beklediğimiz ama gerçekleşmemişler için hayal kırıklığı, giden ve gelmeyecek olanın ardından duyduğumuz üzüntü, dostlar zor zamanımızda bizi yalnız bırakmadıklarında hissettiğimiz minnet ve sıcaklık. Hepsi bu değil.
Ama pandeminin duygularını arayanların bu dönemin duygularını en yoğun en keskin biçimiyle görebileceği yer sağlık kuruluşları, insanlar sağlık çalışanları. Bir savaş alanı gibi: Yalan yanlış verilerle yanıltılmış olmanın verdiği güven kaybı, emeklerinin sahte başarı öykülerine malzeme edilmiş olmasının verdiği kızgınlık ve hüsran, yanlış yönlendirilmiş bir toplumda toplumdaki kayıpların yüksekliğinden üzüntü, yanlış uygulamalara ses çıkartamamış olanlarda doğruyu bilip uygulayamamanın verdiği moral travma, bilim düşmanlığı zemininde kışkırtılmış aynı zamanda sağlıkları bizzat kışkırtanlarca riske atılmış bir toplumun şiddetine hedef kılınmanın verdiği şaşkınlık, öfke ve yas. Sağlık çalışanlarının hepsini bir araya getirdiğinizde ise tükenmişlik, mesleğine hatta hayatına son vermeye niyet ettirtecek bir derin umutsuzluk karşımıza çıkıyor.
Özgürlük ve yalnızlık. Özgür olmak, dilediğinizi yapmak ve başkalarının varlığını bir bağ olmaktan çıkartmak için yalnızlığı seçtiyseniz, yalnız ve özgür oldunuz. Salgın dönemindeki zorunlu kısıtlamalar ile birlikte özgürlük gidip elinizde yalnızlık kalınca ne olacak? Yalnızlık mı tek başınalık mı terminolojik ikilemini şimdilik bir kenara bırakalım, ama tek başınalığın sosyal izolasyon ile birleşmesi, artık isteseniz de ilişki kuramayacak duruma gelmeniz, ilişkilenecek insan bulamamanız yalnızlığı oluşturuyor diye düşünüyorum. Yalnızlık gitgide ruh sağlığını bozan bir duruma dönüşebiliyor. Bağlantı kuramama, başkalarıyla bir araya gelememe kendi kendimize kalmayı zorunlu kıldığından, bir seçim olmaktan çıkarttığından olsa gerek.
Pandemi döneminin diğer duyguları
Belirsizlik. İnsanların tam olarak göremedikleri, nasıl işlediğini bilmedikleri bir virüsün hayatımızı tehdit etmesi belirsizlik duygusunu da tetikler. Bilinmeze ilişkin korku, güvenliğe ilişkin korku ve kaygılar gibi, temel korkulardandır.
Tetiktelik. Uzun süren, ne zaman, ne şekilde biteceği belirsiz olan bir stres durumunun içinden geçmiş bir toplumda, ailede, dünyada ‘tetiktelik’ hissi oluşabilir. Tetiktelik her an bir şey olacak, her an bir şey değişecek, bu olanlar pek de iyi olmayacak, hissidir. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı ve sahip olduklarımızın da elden gidebileceği duygusu içinde olmaktır. Bu bizi her an karşımıza çıkabilecek bir tehdide karşı alarmda tutarken, aynı zamanda endişelerimizi arttırır, yaygınlaştırır. Genellikle gerginlik şeklinde ortaya çıkar. Gerginlik, çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre farklılık gösterebilir. Örneğin, 8-9 yaşlarındaki erkek çocuklar sağa sola taşkınlık şeklinde davranışlarını gösterirken, 12-13 yaşlarındakiler güçsüz ya da farklı olduğu için rahatsız edici bulduklarına zorbalık yapmaya başlarlar. Onüç ondört yaşlarından sonra ise çocuklar genellikle bu gibi uzayıp giden travmatik stres durumlarında daha dayanışmacı ve birbirilerinin kıymetini daha iyi bilen bir tutum sergilerler.
Kayıp ve yas. Kayıp ve yas duygusu yaşayanlar arasında çoğunluk gençlerde. Yakınlarını kaybetmenin dışında başka kayıpları da var. 14 yaştan başlayarak belli bir bağımsızlığı tam yakalamışken, hele başka bir kente ya da okul yurduna gidip de eve dönmek zorunda kalanlarda büyük bir kayıp hissine yol açtı. Onlar için gerçekten çok önemli olan arkadaşlıklarını, gizlenme ya da aileden ayrı olma duygularını kaybettiler. Okula gidememenin yanı sıra birçoğu mezuniyet törenleri, balolar gibi her zaman hafızalarda yer edinecek olan önemli günleri kutlayamadılar, belli ki bu yıl da işler hayalini kurdukları gibi olmayacak. Yetişkinler, gençlerin önünde bu tür şeyleri yaşamaları için daha çok zamanları olduğunu düşünseler de, bu yaşayamadıkları heyecanların, sevinçlerin, paylaşımların her biri onlar için birer kayıp. Rahatsız edici duyguların farkında olanlar üzüntülerini, kızgınlıklarını başkalarıyla paylaşabilir. Yaşadıkları duyguların adını koyamayanlar, bunu taşkınlıkla, kendilerine zarar verici hareketlerle ifade eder, başka kayıplara yol açabilir. Dolayısıyla, anne babalara çocuklarının kayıplarını azımsamadan, duygularını paylaşmalarına izin vererek bu durumu dengeli bir şekilde yönetme görevi düşer.
Engellenmişlik. Kişinin özgürlüğünden mahrum kalması, yapmak istediklerini yapamamışlığı engellenmişlik duygusuna yol açar. Pandeminin hayatımızda yarattığı engeller, normaldekinden daha agresif tepkiler vermemizi getirebilir. Bu da zaten sınırlanmış olan sosyal ilişkileri bozabilir.
Kaygı. Pandemiler sırasında en yaygın şekilde yaşanan duygu kişinin kendi sağlığına ya da yakınlarının sağlığına ilişkin duyduğu kaygı. Kaygı, hafif düzeyde kaldığında öznel olarak olumsuz bir içsel deneyim olmakla birlikte, belirli bir düzeyde bulunması kişinin tehlikelerden uzak durmasına, temkinli olmasına, önlemlere uymasına yol açacağı için işe yarar, işlevseldir.